![]() |
RÜYALARIN GİZEMİ
![]() |
![]() |
KELİME DEYİP GEÇME |
Kelimelerin hayatımızdaki rolünü hiç düşündünüz mü? Hayatını idame ettirebilmek için her toplumun öncelikle bir dile, kelimeler topluluğuna ihtiyacı vardır. Bu kelimelerin ifade ediliş tarzı ise çoğu zaman duygularımız üzerinde söz sahibi olmuştur. Bazen insanları kızdırmak isteriz onları sevmeyiz ve canını yakmak isteriz burada saldıracak ilk nokta kelimelerle olur.. Ya da aşık oluruz sevgimizi aşk sözcükleri aracılığıyla ifade ederiz. Ya da başka bir tercih olarak susarız ve bu bazen kötü konuşmaktansa en iyi seçenektir...
Öyle ki atalarımız bunu bizden binlerce yıl önce keşfetmiş ve birçok atasözümüz söylenmiştir. Bunlardan biri hepimizin sıklıkla kullandığı Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır cümlesidir. Bu cümleyi irdelersek manayı kavrayabiliriz kolaylıkla. Yumuşak söylemler, ses tonu, heyecan uyandıran güzel kelimeler maddede her zaman olumlu etki bırakmıştır. Bir deney yapılmış bir çok kitapta bundan bahsedildiğini okudum. Bir çiçeğe bir ay boyunca olumlu kelimeler söylenip diğer saksıya da olumsuz kelimeler söylenilmiş ve bu çiçekler gözlemlenmiş. Pek tabii görülen şey güzel sözler söylenen çiçeğin gün be gün güzelleştiği, kötü sözlere maruz kalan çiçeğin ise günden güne sararıp solduğu olmuş. Bu deney ne kadar gerçekçi bilinmez fakat insanda aynen bu etkileri gözleyebiliriz. Sürekli kavga ortamında büyümüş bir çocuk kendini bitkin, hayata karşı duruşu zayıf bir şekilde hissedecektir. Erkeklerin güzel sözlerle harmanladığı duygu cümlecikleri bir çok kadını baştan çıkarabilir. Bir şeyler rica eden bir kadın kibarlığını kullandığı sürece istediğine ulaştığı gözlenir. Kaba olan şeyler doğamız gereği kabul edilebilir bulunmamıştır.
Kelimelerin anlamı ve söyleniş tarzı güzel bir harmoni yaratıyor. Ruh halimiz söylediğimiz kelimeleri seçerken etkili olduğu kadar söylenen kelimelerin de ruh hali üzerinde etkisi olduğunu düşünmeliyiz. Bu alanda bir bilim dalı olduğunu biliyor muydunuz? Bu dala psikodilbilim deniyor. İnsanların doğuştan dil konuşma yeteneğiyle doğduğunu her dili konuşabilecek yapıda olduğunu savunur ve ekler insan çevresinde duyduğu dili kanıksar ve buna göre tepki verir der. Her kelime bizlerin içinde bir heyecan bir duygu oluşturur. Bir yazıyı, bir söylemi güzelleştiren kullanılan kelimeler değil midir?
O halde insan neden kalp kırmaya gönüllüdür? Kelimeleri seçerek konuşmak insanın iradesine bağlıdır. Güzel söz söyleyen insan hem karşısındaki insanı yada herhangi bir canlı cansız varlığı memnun eder
hem de kendi manevi tatmini gerçekleşir. Tasavvuf düşünürleri bir kaleme bile eşya gözüyle değil bize yardımcı gözüyle baktığımızda ve onunla güzel kelimelerle konuştuğumuzda hayata bakış açımızın inanılmaz derece değiştiğini savunur. İnsanların birbirine kötü söz söylemekten çekindiği bir dünya hayal et herkesin ruh hali dengede olur, barış ortamı oluşurdu. Tabi ki tüm insanlar böyle davranacak psikolojide ve yapıda değiller. Ama düşünen herkes böyle bir düzenin mutluluğa götüreceğini savunur. Peygamber efendimizin dediği gibi Ya güzel söyle ya da sus!
Peki kelimeler bu kadar sihirli ve bizlerde mucizevi etkiler yaratıyorsa biz neden bu sihri güzel etkiler yaratacak şekilde değil, bir silah olarak kullanma yoluna gidiyoruz. Aslında kötü sözler söylemek güzel sözler söylemeye kıyasla çok daha zordur ve efor gerektirir. Sen de kelimelerini güzelden yana seç, kendi tatminin de huzurun da bu mucize sözcüklerle var olduğuna kendi yaşamında şahit olacaksın. Mutlaka güzel söyle ki sen de güzel bir şekilde karşılık bul. Kötü söz duysan bile güzel karşılık ver ki o kötü söz bir mum misali sönük kalsın. Hayat yolunda iyi şanslar diliyor, hep mutlu olmanı diliyorum....
Kendine iyi bak...
![]() |
Bahsedeceğim ilk kitap Nilüfer Devecigil'in Işığın Yolu adlı eseri:
Bir bağlanma hikayesi tamlamasıyla girizgahı yapıyor ve ilk sayfayı açıyorsunuz Ayşenur ile Michael'in hikayesi başlıyor. Bu hikayede geçmişin hayatımızı ne denli yönlendirebileceği gerçeğiyle yüzleşeceksiniz. Bir aile kurma ve ebeveyn olma yolunda ilerlerken, çocukluğumuzda karşılaştığımız bağlanma biçimimizin bizi yönlendirme sürecine şahit olacaksınız. Hatalı bir bağlanmanın nelere sebep olabileceğini ve zincir şeklinde nesiller arası yayılabileceğini göreceksiniz. Peki çocuklukta saplanan zehirli okları bedenimizden çekip çıkarmanın bir yolu var mıdır? Bu sorunun cevabını sayfalarda bulacaksınız. Kitap psikoloji yanında felsefe, mindfullness, ebeveynlik kuramları, nörobilim gibi bir çok daldan faydalanarak yazılmış. Bu konularda farkındalığını arttırmak istiyorsan okumanı kesinlikle öneririm.
İkinci kitabımız ise en sevdiğim yazarlardan Irvin D. Yalom'un Günübirlik Hayatlar adlı eseri:
Kısa kısa psikoterapi öykülerini konu alan kitapta yazarın karşılaştığı öyküleri bizlere sunarken kendini sorgulama şekillerini de irdeliyor ve aklından geçen düşünceleri okuyabiliyoruz. Genellikle ölüm gerçeği ve geçici, kısa hayat yolculuğunda yaşamımızı nasıl daha anlamlı hale getirebiliriz soruları içinde kayboluyor ve kendi yaşamlarımıza uygulama fırsatları buluyoruz. Kısacası insani öyküleriyle insanın içini sarsacak ve kendini sorgulatacak farklı öyküleri parmaklarımız arasında çevirme fırsatı buluyoruz. Sen de beynindeki fırtınalara cevap bulma arayışında çırpınıyorsan sana öncü olabilir nitelikte olduğu fikrindeyim.
Üçüncü önerim bayılarak okuduğum hiç bitmesini istemediğim "Mücadeleyi bırak yaşamana bak" sloganıyla ruhumda heyecan uyandıran Russ Harris'in Mutluluk Tuzağı adlı eseri:
Mutluluk bizim için ne ifade ediyor? Hislerimizi hareketlendiren, harfler dizini mi, yaşamımız boyunca durmadan ona yaklaşmaya çalıştığımız bir hazinemi yoksa uydurulmuş bir tuzak mı hiç düşündünüz mü? Bu kitap bizlere bu soruları sorgulatırken bir yandan da hayatın geçici oluşunu, yaşadığımız anların mutluluktan daha değerli olduğunu anımsatıyor. Eğer yaşıyorsak her duygunun tıpkı mutluluk gibi gereksinim olduğunu fark ettiriyor. Kitap ACT denilen bir psikolojik terim üzerine kurulu. Fazla kontrolcülük ve mükemmelliyetçiliğin hayatımız üzerine olumsuz etkilerinden söz ediyor. Daha tatminkar bir hayat yaşamamızda bize yaşam önerileri sunan mucize bir kitap olma yolunda ilerliyor bana göre.
Dördüncü tavsiyem Jeffret E. Young ve Janet S. Kloko'nun eseri Hayatı Yeniden Keşfedin:
Bildiğimiz gibi Şema terapisi psikolojide kullanılan güzel bir yöntem. Bu kitapta kendimizi tanıma ve anlamlandırma yolunda düşüncelerimizi ve davranışlarımızı yönlendiren şemalarımızı tanıma ve bunları tek tek kırma yöntemleri hakkında engin bilgiler sunuluyor. Kendini anlamlandırmak ve beğenmediği özelliklerini keşfedip değiştirmek isteyen herkese tavsiyemdir.
Ve son olarak son günlerde gündemde olan Dr David Burns'un İyi Hissetmek adlı eseri:
Günümüzde depresyonla karşılaşma ihtimalimiz oldukça yükseliyor. Bu kitapta Bilişsel Davranışçı Terapinin depresyondaki iyileştirici rolünü sorgulayacak, depresyonun nedenlerini geniş çaplı inceleyecek ve pratik uygulamalarla tıpkı terapi odasındaymışız gibi yaşamdan örneklerle çözüm yolları bulacağız. Yazar kitabının ilaçlar kadar hatta daha fazla iyileştirici gücünün olduğuna inanıyor ve uygulamalarıyla destekliyor. Ancak her ihtiyaç duyulduğunda gerekli sayfalarının yeniden okunmasını öneriyor. Umarım çözüm önerileri depresyonla başa çıkmada yardımda bulunur.
Keyifli okumalar...
Hepimiz hayatımızın bir döneminde bu hisleri yaşamışızdır. Her şeyimiz varken içimize işleyen huzursuzluk ,bir şeylerin eksik olduğu düşüncesi ve sebep arama çırpınışları...Eski zamanlarda, hepimizin küçücük evlerde yaşadığı, soframıza koyulan öğünlerin miktarının sayılı olduğu, aldığımız bayramlık ayakkabının eskiyene kadar giyildiği o her şeyin kıymetinin bilindiği unutulmaz zamanlarda sanki daha huzurluyduk düşüncesi hepimizin içini sarıverir bazen. Neden böyle olduğunu, içimizdeki bu boşluk duygusunun nereden geldiğini anlama çabasında isen yazdıklarımı lütfen okumaya devam et.
Büyük patlamadan bu yana var olan dünya hayatının içinde, "biz" diye bir şey yokken hayata merhaba dedik, yokken var olduk. Ailemiz yoktu bir ailenin içine gözlerimizi açtık. Bir adımız yoktu ad sahibi oluverdik. Aslında biz hiçlikten meydana gelmiş varlıklarız ve ne acı ki bir hiç olup ebedi yurdumuza göç edeceğiz. Sahip olduğumuz her şey geçici ve bizlere ait değildir. Gel gelelim elimizdekilere sıkı sıkıya tutunduğumuz, bizden hiç gitmeyecekmiş gibi sahiplendiğimiz maddelere kendimizi adamış haldeyiz. Bu maddeler para, ev, araba, evlat, statü aklınıza gelen her türlü şey olabilir.
İnsanın bir işi yokken birden iş sahibi oluverir, evladı olmayan bir aile bir anda önüne dünyaları sunacağı bir yavruyu kucaklarken bulabilir kendini. Ya da çok istediği o arabayı sürer duruma geliverir. İnsan, bu hayatta dilediği her şeye sahip olabilir ancak bu sahiplik hissi onu tatmin edecek boyuta hiç bir zaman gelemeyecektir. Sahip olacağı, yapacağı hiçbir şey kalmayıp intihar eden o adamı aklınıza getirin. Ancak bizi tatmin edecek yegane şeyler vardı. Bunlar yokluk zamanlarımızdaki çaba, arayış, tutku dan başkası değildir. Bunu kabul edelim ki yokluk zamanlarımızda daha verimli oluruz. Kaybedeceğimiz bir şey yokken istediklerimize ulaşma arzusu, hayal gücümüz bize bambaşka şeyler yaptırabilir. Yokluk aslında bize varlığın hissettirdiği güzel duyguları tattırmadaki yegane aracımızdır. İnsan istediği şeylere sahip değilken sahip olma hayaliyle yanıp tutuşur bu ateş onu daha da körükler ve aktifleştirir. Bir diğer yanıysa şudur ki yokken insan daha özgürdür ayağına takılan prangaları yoktur. Başını alıp gidebilme özgürlüğüne sahiptir. Kendi yoktan var oluşunu hatırlayıp yine Allah'a kavuşacağını bildiğinden kaybetme korkusu yaşamaz. Hayatın bize sunacağı onlarca şeyden mahrum olacağız belki de ancak sahip değilken yaşadığımız tarifi zor duygulara varken hiç sahip olamayabiliriz. Hayatın üstünün altından iyi olacağını hiç bir zaman iddia edemeyiz. Bu yüzden şuanda neye sahipsek kıymet bilerek sıkı sıkıya sarılmalıyız. Yoklukta bize sunulan duygulardan kendimizi alıkoymamalıyız. Başka insanlarla kendimizi kıyaslayarak bizdeki varlığın azlığıyla her zaman tatminsiz olacağız. Zira muhakkak bizden daha üstün, daha zengin, daha başarılı insanlar daima var olmaya devam edecektir. Fakat şu açıdan bakabilirsek bence yokluktan ziyade şükür duyguları içimizi kaplayacaktır o da şudur ki kendimizden daha aşağıda insanlara bakmamız. Bu yöntem daima bizleri tatmin boyutuna ulaştıracak ayrıca yardım etme iç güdümüzü kuvvetlendirecektir.
Tasavvufu ilke haline getiren insanların huzurunu hep merak etmişimdir. Şüphesiz yokluktaki o mucizeyi kavramalarından gelmektedir. Öyle ki Mevlana Celalettin Rumi der ki Varlık elde etmek için yokluk gerek. Mimar ev yapmak için boş arsa arar. Marangoz ahşap işi yapmak için ham tahta arar. Saka su satmak için susuz ev arar. Yokluğa dikkat et onda nice hikmetler vardır. Yoklukta insan daha muhtaçtır ve acizliğini anlayabilir böylece ilahi güç ona gerçek tatmini ve istediğini verir. Hepinizi yokluktaki o güzel hikmetleri kavramaya davet ediyorum.
Düşünceler, bir olay hakkında biz istesek de istemesek de oluşan, gerçek oymuş gibi algıladığımız yanılsamalardır. Bir olay gerçekleşir beynimiz otomatikman bir düşünce oluşturur ve algıladığımız şekilde duygularımız örtüşür. Bu döngünün oluşmasında üç temel unsur vardır. Yaşanılan olay, beynimizin oluşturduğu düşünce ve düşüncelerin yarattığı duygularımız. Üçünün döngüsü bizlerin mutlu veya mutsuz olarak olayı değerlendirmemizde yer alan unsurlardır. Bu düşüncelere üç şekilde yanıt veririz. Ya düşünmemeye çalışır ve sürekli o olayın içinde döngü halinde düşünmeye başlarız. Ya kendimizi kaptırır o düşünceyi sürekli düşünür halde buluruz kendimizi ya da düşünceyi bastırmaya çalışır ve yokmuş gibi davranmaya çalışırız. Hepsi aslında olaylara verdiğimiz tepkinin hepimizde yarattığı etkileşimlerdir ve asıl olan şudur ki düşünceler denizlerdeki dalgalar gibidir kıyıya vurur ve söner, aklımıza geliverir ve sonunda söner.
Aldığımız bir ürün kusurlu çıktığında sinirlenir üretici firmaya derin bir öfke duyarız ya da aldığımız bir terfide çok büyük sevinçler duyarız. Bizi bu duygulara sahip olduran şey ise meydana gelen olaylar değil onlar hakkında duyduğumuz düşüncelerdir. Çocuğumuzun yürümeye çalışırken bir şeyler kırması bizi mutlu da edebilir kızdıra da bilir. Algıladığımız şey çocuğumuzun büyümeye başladığını düşünmek ise bizi sevindirecek, kırılan eşyamıza odaklanmış isek elbette ki sinirleneceğiz.
Bunun farkına varabildiğimiz ölçüde hayatımızı daha tatminkar ve doyumlu yaşamak mümkün olacaktır. Sağlam bir psikolojiye sahip olmanın temelinde de bu farkındalık yatıyor bana göre. Olayların bizi üzmesine karşı verdiğimiz mücadele bizleri hayat yolunda daha dayanıklı kılacaktır.
Peki ama bunu nasıl başaracağız dediğinizi duyar gibiyim Ferrarisini satan bilge Yogi Raman söyle diyor; sizi üzen olumsuz bir düşünce aklınıza geldiğinde hemen bunu olumlusuyla değiştirin, düşüncenin gelip gitmesine izin verin. Bu duyguyu bir düşüncenin var ettiğinden emin olun böylelikle düşünce kuyusunun eline ipleri vermemiş olursunuz. Bizlere de bu görüşü hiçe saymayıp uygulamaya çalışmak düşüyor.
Ayrıca belirtmek istediğim nokta şu ki insanların birbirini suçlamadığı, olaylara bakış açılarını değiştirerek bir yaklaşım sergilediği noktada gerek insan ilişkilerinde gerekse toplumsal düzende muazzam bir yaklaşım sergilenebilir. Mevlana insan duygudan ve düşünceden ibaret gerisi et ve kemik demiştir. Bizleri biz yapan dünyayı algılama biçimimiz. Kusurlu yaşamlarımızda düşüncelerimize yön verebilirsek daha yaşanılır bir toplum olacağımız görüşündeyim.
Düşünce kuyusunun içine dalıp orada beklemeye devam ettiğimiz sürece ise hiç bir el bizleri o kuyudan çıkarmada yarar sağlamayacaktır. Hayatın doğal döngüsünde yaşadığımız olayların bizlere tecrübe ettirdiği onca şeye sarılıp düşüncelerimizi olumsuzdan olumluya dönüştürdüğümüz sürece ise bize uzatılan ellerin hiçbiri geri dönmeyecektir. Düşüncelerimizi yönlendirmek bizim elimizde olan yegane güçtür. Aynı zamanda duygularımıza şekil veren, daha huzurlu bir hayat yaşamamızda bizlere yardımcı olan da ta kendisidir. Düşünce deyip geç ve çok da ciddiye alma. Hayatın böylece daha düzgün bir sürece doğru yol alacak. Haydi bir yerden başla. İyi düşüncelerin kapını çalması dileğiyle. HOŞÇA KAL.