11 Eylül 2020 Cuma

DOĞA VE İNSAN İLİŞKİSİ







Transandantalizm'in (Aşkıncılık) öncülerinden olan Ralp Waldo Emerson "Tabiat her zaman ruhun renklerini kuşanır" cümlesiyle bizim için çok önemli olan bir kavramı akla getirmiştir. Doğa ve insan birbirinden ayrı düşünülemez. İnsan kendindeki hakikati anlayabilmek için doğaya bakmalıdır. Doğanın tek başına ilahi bir gücü yoktur nitekim insanla anlam kazanabilir. İnsan kendi ruhundan bir aynayla dış dünyaya gözlerini çevirdiğinde ruhunun tecellileriyle bütünleşen bir dünya görecektir. Öyle ki tasavvufi bir çok eserde kainatın yaratılışında bizler açısından derin anlamlar bulunmaktadır. Bakıp görecek ve yaratılışımızdaki mükemmel gayeyi, Allah'ın yüceliğine şahit olma maksadına ereceğiz.



Doğa ve insan bu kadar iç içe geçmiş vaziyette, birbirinin tamamlayıcısı iken bizler doğaya ne kadar sahip çıkıyoruz? bu soru aklımda derin düşünceler oluşturmaya yetiyor. İnsanoğlu yüzyıllardır bencil bir varlık olarak yaşamını sürdürmektedir. Sahip olmak istediği yaşama güdüsü kendi dışında her şeyi tahrip etmeyi beraberinde getirmiştir. Beslenme, enerji üretimi, giyinme, yerleşme gibi bir çok temel ihtiyacını hangi yolla olursa olsun elde etme isteği duymuştur. Bunun sonucunda enerjide kullanılan, sera gazları üreten doğal gaz, petrol, kömür gibi kaynakları atmosfere salmış zehirli gazları açığa çıkarmıştır. Büyümesi bir hayli zor ağaçlarımız kesilmiş ormanlarımız azalma eğilimine gitmiştir. Denizler plastik atıklarla, çöp atıklarla kirletilmiştir. Bunun yanında çoğalan insan nüfusu beraberinde savaşları, beton-gürültü-metal kirliliğini getirmiştir. Bütün bunlar nelere mal olmuş hep birlikte inceleyelim. Dünya ortalama sıcaklığı 1800' lü yıllardan bu yana 1 derece artmıştır ve artmaya devam etmektedir. Bilim insanları 2050 yılında doğayı kurtarmanın geri dönüşümü olamayacağını söylüyor. Bu da demek oluyor ki severek tükettiğimiz bir çok besini artık yiyemeyeceğiz. Hayvanlarımızın nesilleri tükenecek. Türlü hastalıklar çoğalmaya başlayacak.


Doğa katliamları gün geçmiyor ki haber bültenlerinde karşımıza çıkmasın. Tahripkar insanoğlu diğer savunmasız canlıların yanında savunmasız doğayı da ayakları altına almıştır. Her çıkan yangın haberinden, ağaç kesim haberinden, çevre kirliliği, denizlerin atıklarla doldurulması olaylarından muhakkak birinci sorumlu insanoğludur. Tahrip ettiği doğa bir yolunu bulup ne olursa olsun ayakta kalmaya çaba göstermektedir. Ancak bu gidiş nereye kadar böyle sürecek kimsenin bilgisi yok. Bunlara dur diye bilemezsek artık uğraşacak bir doğamızın olmadığını da söyleyebiliriz.


Diğer canlılardan farklı olarak insan düşünebilen bir varlıktır. Yaşama iç güdüsü onu bu kadar tahripkar yapabilme canavarlığına dönüştürebiliyorsa yine yaşayabilmek için bu gidişe bir dur diyebilme gücüne de sahiptir. Doğanın katledilmesi demek insanın katlinden başka bir şey olmasa gerek. İpler bizim elimizde ise ruhumuzun aynası doğa ise o zaman o ipe canla başla sarılmamız gerekir . Tüm insanlar yaşam alanlarında ufak tefek değişiklikler yaparak bu döngünün kırılmasında rol oynayabilirler. Tabi ki toplumsal anlamda da devletlere düşen görevler başı çekmektedir. Uluslararası anlaşmalarla doğanın tahribinin önüne geçilmesi önlenmelidir. Yenilenebilir enerji kaynakları kullanımına önem verilmelidir. Ağaçlandırma çalışmaları arttırılmalı, geri dönüşüm faaliyetlerine önem verilmelidir. Daha bir çok önlem alınabilir ve çok geç olmadan olacakların önüne geçilebilir.



Tüm her şey gibi dünya denen yaşlı gezegende bir gün yok olacak. İçindeki tüm doğayı, canlıları beraberinde götürecek. Hepimiz ölümlü olduğumuza göre dünyada son insan kalana kadar mücadele etmek birincil vazifemiz olmalı. Her ne olursa olsun bizler için birincil etken olmaya devam eden doğamıza canı pahasına da olsa sahip çıkmak boynumuzun borcudur. Ruh'u olmayan insan canlılığını, yaşama gücünü hissedemez. O zaman ruhumuzun renklerini doğaya yansıtma zamanı. Daha iyi bir dünya için...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder