30 Aralık 2020 Çarşamba

YENİ SİSTEM : DÖNGÜSEL ÜRETİM MODELİ



Merhabalarrr, sevgiler, saygılar güzel okurum.

Bu yazımda bizleri çook ama çok ilgilendiren ve büyük kitlelere ulaşması gereken, yıl biterken 2020 yılının sürdürebilirlik yılı olduğu gerçeğini yadsımadan öğrenmemiz gereken harika bir konudan bahsedeceğim. Şahsen beni çok alakadar etti ve okuyunca bu konuda blog yazısı yazmalıyım dedirten türde bir mesele oldu.









DÖNGÜSEL EKONOMİ HAREKETİ? belki tanımını biliyoruz ancak ne ifade ettiğini duydunuz mu ? bilmiyorum. Lakin ben yeni öğrenmiş bulunuyorum peki tam olarak nedir bu döngüsel ekonomi ondan bahsetmek isterim.

Tanımına girmekten ziyade şöyle örnekleyeceğim: Bizim şu anda uyguladığımız kullan-at sistemi yani doğrusal ekonominin tam zıttı. Ürettiğin hiçbir malzemeyi atma geri dönüştür ve kullan. Bunu da ekonomiye yansıt. Temel prensibi aslında tam da bu.

Ben fevkalade güzel buldum bu düşünceyi. Üretim çağında çığır aştığımız bu günlerde kullan at düşüncesi doğayı ve insanlığı tam anlamıyla tehdit ediyor bulunmakla birlikte geleceğe kötü bir yatırım bırakmakla bizleri düşündürüyor. Hiçbirimiz gelecek nesillere kötü bir dünya bırakmak istemeyiz diye düşünüyorum.

Geçen senenin bir haberi var "H&M ve IKEA iklim dostu tedarik zincirine geçiyor !"

ayrıca sürdürebilirlik hedeflerini ortaya koyan bu iki üretim devi bizlere umut vaad ediyor. Bu haber beni çok mutlu etmişti yine bu sene de bu kararlılıklarını koruduklarını görüyorum. Bu hedeflerden kısaca bahsetmek isterim.


 ❝ Grup, çevre etkisi nötr olacak bir tedarik zinciri oluşturmayı, kendi operasyonlarında yüzde 100 yenilenebilir enerjiye geçmeyi; 2030 yılına kadar tüm ürünlerinde sadece geri dönüştürülmüş ya da sürdürülebilir kaynaklardan elde edilen malzemeler kullanmayı; 2020 yılına kadar pamuk kullanımını yüzde 100 sürdürülebilir kaynaklardan sağlamayı; her yıl 25 bin ton tekstil ürününün toplanarak geri dönüşüme sokulmasını veya yeniden kullanılmasının sağlanmasını hedefliyor. ❞ (https://www.dunya.com/kose-yazisi/hm-ve-ikea-iklim-dostu-tedarik-zincirine-geciyor/446259)


Ayrıca tüketici bilgilendirmesi ve yer alan aktörlerle işbirliğini de hedefliyor. Geçenlerde kıyafet toplama harekatını da duymuştum bu sevindirici bir haber.

Aynı zamanda IKEA'da sürdürülebilir ormancılığa ön ayak oluyor. Ve bazı hedefleri mevcut bu hedeflerden bazıları;


 ❝Ürünlerin döngüsel esaslar doğrultusunda tasarlanması, sadece yenilenebilir ve geri dönüştürülebilir materyaller kullanılması; 2020 yılında hem müşteri, hem de çalışan restoranlarındaki tek kullanımlık plastik ürünlerden vazgeçilmesi; IKEA restoranlarında sebze bazlı çeşitlerin artırılması; 2025 itibarı ile evlere ürün teslimat süreçlerinde sıfır emisyon hedefinin yakalanması; 2025 yılında güneş enerjisi üretimi çözümlerinin 29 mağazada kullanılıyor olması ve 2030 yılında karbon nötr şirket konumundan, çevreye pozitif etki edici konuma geçilmesi (https://www.dunya.com/kose-yazisi/hm-ve-ikea-iklim-dostu-tedarik-zincirine-geciyor/446259)


Verdiğim bu iki örnek umarım tüm dünya üretim devlerine örnek olur ve güzel bir gelecek için gereken zemini oluşturur. Lakin böyle haberler görmek beni çok mutlu ediyor ve umutlandırıyor. Tabii biz tüketicilere de bu harekete destek vermek düşüyor. Daha çok böyle güzel haberler duymaya devam etmek dileğiyle ... Hoşça Kalın. Mutlu yıllar.


28 Aralık 2020 Pazartesi

LAFIN KISASI -1

 Heyoo yeniden merhaba sevgili canım okurlarım. Nasılsın? Umarım güzel haberler aldığın bir gün olur.

Bu gün işlerimi bitirip bilgisayarımın başına anca geçtim. Hava ANKARA'da soğuk ama karlar eridi. Bir yandan güneşi görüp heyecanlanırken bir yandan kuraklık aklıma geldikçe üzülmüyor değilim. Ee malum iklimler değişiyor. Bizlere de dua etmekten ve yaşadığımız dünyaya nazik davranmaktan başka çare kalmıyor.



Neyse bu kadar sorun varken sorunlardan bahsetmek yerinde bir tercih değil sanırım. Biraz da güzelliklerden bahsedelim. LAFIN KISASI;

Sizlere sevgili JD SEZER 'in hakkımda yaptığı röportajdan bahsetmek istedim. Blogum  ve kendim ile ilgili detaylı bilgilere yer verdik umarım beğenirsiniz linki bırakacağım .

Sevgiyle Kalın...

BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ

https://jdsezer.blogspot.com/2020/12/yasemin-cetinkaya-kimdir.html

24 Aralık 2020 Perşembe

SEKÜLER KÜLTÜRDE MÜSLÜMAN KALMAK


Sevgili okurum öncelikle yeni yazıma ve blogumu yeni keşfettiysen sayfama hoş geldin sefalar getirdin...Ankarada bu gün kar var, ne çok hasretle beklemiştik yağmasını sonunda az da olsa yağdı. Bu günün şerefine yeni yazı patlatayım dedim :)

Yazımda insanların çoğu zaman konuşmaya çekindiği ya da tartışmalara zemin hazırlayacağı korkusuyla sustuğu bir konudan bahsetmek istiyorum. Ben de ne zamandır yazmaya fırsat bulamamıştım bu güne kısmetmiş.



Sekülerite wikipedia tanımına göre "Dünyevi veya geçici anlamına gelmekte olup devlet ve dinin ayrı olması veya özellikle bir dine bağlı veya karşı olmama anlamını taşır. Sıfat hali sekülerdir."

Seküler bir yaşam dini bir yaşamla tamamen zıt anlamda kullanılan bir hayat biçimi. "Dünyevileştik İslam'dan uzaklaştık" cümlesini çoğu zaman duyarız. Bu kalıp cümle bana göre gerçeği tam anlamıyla yansıtmıyor. Öyle ki dünyevileşmek dinden uzaklaşmak için bir sebep olmamalı. Hatta İslam inancına ve diğer dinlere göre dünyada geçirdiğimiz hakikatli günler ahirette bize ışık olacaktır. 
Tanımında da diyor ki dine bağlı veya karşı olmama hali. Yani inanıp inanmamakta tamamen özgürüz.



Sekülerite akılı öncelik kabul eder. İslam da aynı şekilde aklını kullan araştır sorgula der. Yaşadığımız çağ tamamen seküler kültürün ve çok inançlı, farklı yaşam biçimlerine sahip insanların hakim olduğu çok kültürlü bir çağ. 20 sene önceki Müslüman bir aileyle günümüzdeki müslüman bir aile tamamen farklı mizaçlara sahip. Teknolojinin ve medyanın etkisiyle artık eşit ve özgür sloganlarıyla Müslüman bir insan da ateist bir insan da aynı şeyleri yapıp aynı şeylerle mutluluk duyabiliyor. Özellikle genç nesil Müslümanlık kültürünü farklı bir boyuta taşımış durumda. Peki bu kavgada haklı olan kim ?

Bir ideolojiye körü körüne bağlı kalmak farklı düşüncelerdeki insanlara kulaklarını kapamak ve onları basitleştirmek, ötekileştirmek demektir. Terör ve İslamafobi günümüzde insanları İslam'a karşı öfke aşılamakta ve batı kültürüne yaklaştırmaktadır. Aynı şekilde medyanın kötü propagandaları nedeniyle insanlarda İslam'a nefret ve olduğundan bambaşka biçimlerde yansıtma söz konudur. Bunların medyanın kurgusu olduğuna hemfikir olmalıyız. Diğer yandan tarikatlar, hocalar, İslam'ı kullanıp kötülük yapanlar insanları İslam'dan soğutma ve sorgulama gereksinimine sokmaktadır.

Sekülerite ve Müslümanlık aslında ortak bir şeyi söyler sorgula, aklını kullan bir şeye körü körüne bağlanma. Sanılanın aksine seküler kültürde benim fikrimce Müslüman olmak ancak herkesin inanç sistemine saygı duyulur ve inandıkları engellenmeye çalışılmadığı sürece zor değil.Lakin bazı şeyler de daha tutucu olmamız gerektiğini düşünüyorum. Din de dünyevileşmek de aile yapımızı bozmamalı, insanları sabote etmemeli ve toplum düzenini al aşağı etmemeli. Benim tek temennim birbirimize insanca yaklaşabildiğimiz, inançlarımızı ve inandıklarımızı savunabildiğimiz temiz bir toplum yapısı... Umarım yeni kültürde buna ayak uydurabiliriz.

Sevgiyle kalın...



19 Aralık 2020 Cumartesi

KELİME OYUNU -3

 Merhabalarrr değerli okurlarım... 

Bu hafta kelime oyunu etkinliğine katılışımın ikinci haftası. Bir önceki yazıma gelen olumlu eleştiriler beni daha çok motive etti. Bakalım bu haftaki  nasıl olacak. Etkinlik kelimelerini sevgili KENDİ DÜNYASINDA seçti. Çook heyecanlıyım bu haftaki kelimeler de yine enfesto. O zaman sizi hikayemle baş başa bırakıyorum.

Kötüler  En Başta Kaybedendir

Zambaklar diyarında gözleri zümrüt yeşili, saçları ipekten yumuşak, dişleri inciden daha parlak olan Prenses Almeda adında güzeller güzeli bir kız hayata gülümsüyormuş. Annesi küçük yaşta vefat edince babası ,Almeda'ya hem dadılık hem annelik yapması için Almeda'nın teyzesiyle evlenmiş. Dul olan teyzesi de kendi çocuklarına iyi bir gelecek sunmak için Kral Artur ile nikah masasına oturmuş. Bir evin bir kızı olan Almeda artık kuzenleriyle kardeş olup aynı evi paylaşmak, sahip olduklarını yarılamak zorunda kalmış. Almeda'nın güzelliği kadar kalbinin güzelliği de dillere destan destanmış yalnız bir kusuru varmış o da insanlara çok çabuk güvenmesi ve bağlanması. Hayallerini süsleyen,  ona güzel hayatlar ve mutluluk dolu bir gelecek vaat eden kötü kalpli bir adama aşık olmuş. Adam onu türlü yalanlarla kandırıyor yeri geliyor mücevherlerini gasp ediyor yeri geliyor onu aldatıyormuş. Ancak aşk büyüsünden sarhoş Almeda bunların hiç birini görmüyor sarhoş bir biçimde o adamın hayalleriyle yaşıyormuş.


Almeda'nın üvey annesi yani teyzesi Almeda'nın bu adamla mutlu olamayacağını ve ondan ayrılmasının daha yerinde bir karar olacağını söylemiş. Almeda ise teyzesini ne kadar kırmak istemese de ayrılmayacağı ve onunla evleneceği konusunda diretmiş. Babası da biricik kızına kıyamayacağı için kızının isteğini kabul etmiş ve tek dileği o adamla evlenmek olan prensesin rüyası gerçek olmuş ve evlenmişler. 

Babası Almeda'dan ayrılmak istemediği için şatosuna kızını ve damadını da yerleştirmiş. Kalabalık bir aile olmuşlar günler mutlu mesut geçiyor kimse bu mutluluğun bozulmasını istemiyormuş. Kötü kalpli damat bir gün ağır bir hastalığa yakalanmış, doktorlar amansız bir hastalıkla boğuştuğunu  en fazla iki ay yaşayabileceği söylüyormuş. Bu duruma çok üzülen Almeda onun son isteklerini yerine getirmek için canını dişine katarak çabalıyormuş. Kocası ise tuttuğu yalancı doktorla zengin olma hayaline giderek yaklaşıyormuş. Lakin bu isteğini deli gibi tutunduğu ailesiyle birlikte gerçekleştirmek için can atıyormuş. Meğer ailesi Almeda'nın teyzesi sandığı kadın aslında kötü kalpli damadın annesi ve kardeşleriymiş. Teyzesi de başından beri bunları biliyor ne Kral Artur'a bir şey belli etmiyor ne de Almeda'ya haberci oluyormuş. İstedikleri şey Kral Artur ile biricik kızı Almeda'yı ortadan kaldırıp tüm mirasa sahip olup malların başına geçmekmiş.

Özgürlük düşkünü teyze ise kocasından tamamen kurtulup zenginlik içerisinde rahat bir yaşama adım atmak istiyormuş.

Bir gece damat kötüleşme numarası yapmış doktor ise  damadın ölüm haberini tüm şatoya duyurmuş fakat damadın tek isteği öldüğünden şatodakiler hariç kimsenin haberi olmamasıymış. Almeda bunu da kabul etmiş ve kötü kalpli damat ortadan kaybolmuş. Kötü kalpli teyze ise bir plan peşindeymiş. O da ölen oğlunun ölüm yemeğinde kocası ve kızını zehirleyip kahırlarından öldüklerini ispat etmekmiş. Bu zehir onları günden güne yataklara düşürecek ve ölümlerine şahit olacakmış. Ve beklenen olmuş günden güne sararıp solan Kral Artur ve Prenses Almeda bir gün vakitsiz ölmüşler....

İstedikleri gerçek olan aile sevinç naraları atarken, sefa içinde yaşama hayalleri kurarken bunların hepsini duyan ve Kral Artur'un ahiretlik sevgisini kazanan hizmetçi Flora bir gün şatoyu ateşe verip tüm çalışanları şatodan uzaklaştırmış. Kötü kalpli aile ise sonsuza kadar dönmemek üzere şatoyla birlikte kül olmuşlar.


Bu hikaye de böylece bitmiş. Kötü kalpliler yine muradına erememiş. İyilik her zaman kazanmış...

Umarım bu entrika dolu öykümü beğenmişsindir. Yorumlarını Lütfen belirt. Teşekkür ederim...



Bu arada DEPRESİF PATATES'İN YILBAŞI KİTAP ÇEKİLİŞİNİ DUYDUNUZ MU ? :) Linkini bırakıyorum.

https://depresifpatates.blogspot.com/2020/12/100-yayin-ozel-cekilis-otostopcunun.html

15 Aralık 2020 Salı

YENİ BİR BEN

Selaaam güzel okurum. Nasılsın umarım iyisindir?

Beni sorarsan ben çok iyiyim. Aslında bu yazıyı dün yazmaya niyetlenmiştim ancak bir türlü odaklanıp başına oturamadım bilgisayarımın. Bugüne nasipmiş. Neden dün ? Dün benim için özel bir gündü doğum günümdü. Aklımdan geçen bir kaç düşünce ve aldığım yeni kararlar oldu. Yılbaşından önce her sene böyle kararlar alır, liste yapar uygulayabildiğim kadarını uygulamaya çalışırım. Yani yeni yıla yeni yaşım da eşlik eder. Kafamdaki düşünce artık her sene bunu rabbim ömür verdikçe tekrarlamaya çalışacağım.



Evvet başlayalım o halde. 10 madde halinde bu seneden çıkardığım dersler ve uygulayabileceğim bazı maddeleri size de ilham olması açısından paylaşacağım. Bakalım beğenecek misin ? :)

Verdiğim kararlar hepimizin aslında hayatına uygulamak isteyip uygulayamadıkları olduğunu düşünüyorum. 

1- Güne erken başlamaya karar verdim. 
Bu karar aslında yıllardır uygulamaya çalıştığım mesleğim sebebiyle vardiyalı çalışmamdan dolayı hiç uygulayamadığım bir karar. Hazır şu an ara vermişken uygulamaya yavaş yavaş başladığım ve enerjiden tutun daha aktif bir gün yaşadığımı an be an fark ettim. Bahsettiğim zaman sabah namazı itibariyle güneş doğmadan önceki aralıkta uyanmak.

2- Daha çok şükretmem gerektiğine karar kıldım. Bu da bana uzun vadede daha mutlu bir yaşamın kapılarını açacağı anahtarı sundu diyebilirim. Ne zaman isyankar olsam hiçbir şey yolunda gitmedi velhasıl ne zaman sahip olduklarıma şükretsem hep daha fazlası bana geldi. O yüzden daha çok şükredeceğim günlerim olmasını diliyorum.

3- Daha hareketli bir hayata ayak basmak istiyorum. Önceden hareket halinde oluşum ve bazı sağlık sorunlarım nedeniyle hiç kilo sıkıntısı çekmedim. Ne zaman bu pandemi dolayısıyla hareket alanım kısıtlandı, kilo almaya ve kendimi beğenmemeye başladım. O yüzden günde mutlaka 20 dk hareket ve ya spor ihtiyaç olmaktan çok zorunluluğum haline geldi.

4- Gelişimin her yaşta olacağı inancım daha da katlandı ve durmadan gelişmek temel görevlerimden biri haline gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda çok güzel bir söz okumuştum sizinle de paylaşayım." Gelişmek acı vericidir. Yüzleşmek zordur. Hataları kabul etmek yürek ister. Bakış açısını değiştirmek ise cesaret ister. Fakat, sana en çok zarar verecek şey şu an bulunduğun yerde takılı kalmaktır. İlerle, durma..."

5- Sadeleşme adımlarımı arttırmaya karar verdim. Bu sene Minimalizm'i hayatıma uygulamak için girişimlerde bulunduğum bir sene oldu ve bunu arttırmanın yolunu arayacağım. Bu konuda daha sonra uzun konuşuruz lakin şunları söylesem yerinde olacak sanırım. Fazlalıkları ve eskimişleri biriktirme. Dağıt, dönüştür , yenile ya da at.

6- Tasarruflu olma kararım. Bu karar pandemiyle birlikte hepimize kendini hatırlattı sanırım. Para tasarrufu ise bunların başında geliyor. Kimimiz işsiz kaldık, kimimiz mesleğini yapamadık. İkincisi de bence su tasarrufu . Bu konuda mutlaka eğitim almamız gerektiğini düşünüyorum. Kaynaklarımıza sahip çıkalım. Bir gün hasret kalabilir ve ya bizden sonraki nesile kurak bir toprak mirası bırakabiliriz.

7- Sevdiklerimi daha sık aramaya karar verdim. Artık insan ölümleri avcı toplayıcı topluluklarda olduğu gibi hayvan saldırması ve ya açlıktan olmuyor. Çok daha tehlikeli boyutlarda her an insanlar ölebiliyor. Ölüm varken şu dünya da ya bir gün ona ulaşamazsam düşüncesi beni sevdiklerimi daha çok aramaya ve hatırlarını sormaya teşvik etti.

8- Temizlik ve düzeni erteleme hastalığımı sanırım yendim. Ne zaman biriktirsem o kadar çığ gibi büyüdü o yüzden erken müdahale her şeydir diyorum. Bu telefon içerik temizliği, e posta temizliği, ev temizliği her konu da böyle bence.

9- Daha sık yazmaya karar verdim. Yazdıkça psikolojik olarak iyi hissediyor hem kendimi iyileştiriyor hem de çevreme yararlı olabiliyorum düşüncesindeyim :)

10- Ve son olarak en önemli madde Kendime değer vermeye karar verdim. Hep başkalarını ön planda tutmayı seven ben artık kendime değer verecek  ve böylece ışık saçacağım. Bu karar bu sene verdiğim ve uygulamaya başladığım en önemli kararım oldu.


Söyleyeceklerim bu kadar sevgili arkadaşlarım. 
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Sizin de değişip ders aldığınız konular varsa yorumlara yazın bizler de feyz alalım. Sevgiyle kalın ...






12 Aralık 2020 Cumartesi

KELİME OYUNU - 2

 Merhabalar güzel okurum.. 

Sevgili Deeptone'un o hoş  öykülerinden sonra ben de kelime oyununa katılmaya karar verdim. Bu haftanın kelimelerini sevgili Kırmızı Ruh'tan alıyor ve öykümü sizlere sunmak istiyorum. Umarım beğenirsiniz. Biraz hüzünlü baştan söyleyeyim :( 

Angelina'nın Yalnız Günü

Her sabah kalkar kahvesini içer kırmızı terliklerini ayağına geçirir ve öğle saatlerine kadar pencereden dışarıyı seyrederdi Angelina. Kırmızı bir tutkuydu onun için, bu renge aşıktı ve tamamen onu yansıttığını düşünürdü. Bu gün o şık kırmızı elbisesini giydi, kırmızı rujunu sürdü, saçlarına fön çekip güzel bir kahvaltı hazırladı kendisine. Kendini mutlu etmeyi severdi, değerli olduğunu düşünürdü. Üniversitede çok fazla arkadaş edinmişti Angelina. Bu iş hayatında da devam etmişti ve onun sosyal hayat konusunda kimseye yetişemeyeceğini düşünürdü. Kitap kulübü sayesinde de güzel arkadaşlıkları olmuş, farklı ortamlarda bulunmuş, hayatında hiç yalnızlık çekmemişti. Bugün doğum günüydü Angelina'nın. Onca arkadaş, tanıdık onu bugün hatırlamamıştı. Viskisini kadehine doldurdu, sorguladı hayatı ve arkadaşlıklarını. Sahiden bu kadar zaman harcadığı, beraber gülüp eğlendiği, tartıştığı onca insan neredeydi nereye kaybolmuştu. Oysa bu onun en özel günü olmalıydı. Yeni tanıştığı İrlandalı arkadaşı iyi bir kızdı o mutlaka yanına gelir onu mutlu etmenin yolunu mutlaka bulurdu. Ama o da gelmedi...

Akşam oldu onu bir tek tanıdığı bile aramamıştı. Annesi aradı sevinçle telefonu açtı annesi halini hatırını sormuş fakat o bile bu özel günü hatırlamamıştı. Derin bir üzüntüyle kendini alkole kaptırdı Angelina. Koltukta uyuyakalmıştı  Bir rüya görmüştü. Rüyasında, Uçurumun kenarındaydı. Arkasında bir sürü insan vardı ve tanıdık simalardı bunlar. Üniversitede hoşlandığı çocuk, kız kardeşi, iş yerindeki yakın arkadaşı hepsi orada ve onu izliyor hiçbiri ona müdahale etmiyor, gülüyorlardı. O ise onlara kızgın bir şekilde tek ayağını havaya kaldırdı ve kendini boşluğa bıraktı. Tam o anda kan ter içinde, uykusundan sıçrayarak uyandı. Ağlamaya başladı. Saate baktı gece 3 olmuştu. Herkes derin uykusunda yatıyordu. Kalktı duş aldı, oturdu ve hayata insanlara küfürler savurdu. Küfür edince rahatladığını hissetti ve kendi kendine gülmeye başladı. Bütün bu insanlara anlam yüklemesi saçmalıktı, etrafında kimsecikler yoktu kendinden başka ve bir kez daha anladı ona kendinden başkası lazım değildi. İnsanlarla ilişkilerinde daha fedakar olmamaya karar verdi. Sadece o fedakarlığı kendine yapacaktı bundan sonra...

 


9 Aralık 2020 Çarşamba

HYYGE FELSEFESİ İLE TANIŞ






Herkese yeniden Merhabaaaa. Yeni gelen blog arkadaşlarıma da hoş geldiniz diyorum. Soğuk ve sıkıcı Ankara günlerinde sanırım sığınacak en iyi yollardan biri yazmak...

Bu yazımda çoğumuzun  kendine yaşam felsefesi olarak belirlediği ancak haberdar olmadığı bir terimden bahsetmek istiyor ve siz değerli okuyucularımla paylaşmaktan büyük zevk duyacağım tespitler yapmak istiyorum. Konu " Hyyge felsefesi ".

Nedir bu hoge, huge ? Okuyunca kulağa komik geliyor değil mi ? :) Bu kelimenin Türkçe'de herhangi bir karşılığı henüz bulunmuyor. Kim çıkardı peki bu kelimeyi bizim başımıza diyeceksiniz.                  İskandinav ülkeleri deyince aklımıza hemen o soğuk, boğucu, karlı ve karanlık ülkeler geliverir. Lakin ayrıca mutlu ve huzurlu insanlar da gelir. Peki bu iki durum birbirine sizce de tezat gelmiyor mu? çünkü gün ışığıyla psikolojimiz arasında ciddi bağlantı olduğunu biliriz ve karanlık bir hava gördüğümüzde hemen moraller sıfıra düşer, modumuz otomatik olarak pat düşer. Danimarka da bu İskandinav ülkelerden biri ancak Mutluluk Araştırma Enstitüsü denilen bir kurum mevcut. Duydunuz mu? bilmiyorum. Bu enstitü en mutlu ülkeyi Danimarka olarak belirlemiş. Evet o soğuk ve karanlık ülkeyi...



Danimarka halkı ayrıca  gelirlerinin yüzde altmışını gelir vergisi olarak ödemektedirler. Yani bakacak olursak pek de iç açıcı bir durumları bulunmuyor. Bunlara rağmen mutluluk iksirini bulmuşlar vallahi bravo. Lafı fazla uzattım farkındayım. İşte bu zorlu koşullara rağmen küçük şeylerle mutlu olabilme felsefesine "Hyyge" adını vermişlerdir.

Felsefenin 10 önemli metaforu var bunlardan kısa kısa bahsetmek istiyorum.




İlki "Atmosfer" uyumu: Doğal ışığın kıymetini bilmek ve elektrikten son derece az istifade etmeye dayanıyor. Doğal mumlar son derece önem kazanmış. Ayrıca gün ışığı efekti yaratmak için evlerinin dışında sarı ışık kullanımı son derece yaygın.

İkincisi hep bahsettiğim mindfullness, "anda kalmak" felsefesini Dan ırkı çözmüş arkadaşlar... Anda kal anı yaşa ve mutluluğunu seyret diyorum.

Üçüncüsü belki de en önemlisi "küçük keyifler" yaratmak: Bu bir sıcak çikolata olabilir, temiz bir evde oturmak, yünlü çoraplar giymek, doğayla başbaşa kalmak, kahveni alıp uzun uzadıya pencereden bakmak, kedi sevmek , çocuğunun gülüşünü izlemek ve bunun gibi daha nice güzel ve mucip şey onlar için keyif kaynağı olmuş.

Dördüncü metafor "eşitlik ": Ne yaparsak eşit biçimde yapmalıyız. Bir masa toplanacaksa herkese eşit biçimde görevler düşmeli. Bir şey yenecekse eşit paylaşılmalı. Bu madde de  beni cezbetmeyi başarmıştır.

Beşincisi  "minnettarlık ve şükür ": Sahip olduğumuz her şeye karşı müteşekkir olma durumu bu kavramı en güzel biçimde açıklıyor olmalı. Ve inanan insanlar için bizleri yaratana şükretmek de bizleri rahatlatıcı bir etkiye sahipmiş. Bence şükreden insanlar zaten mutsuz olmaz kiii...


Altıncımız ise "uyum yeteneği" : En sevmediğim insan tiplemelerinden olan ego sahibi insanlar gerçekten de hyygelik insanlar değillermiş. Kendini kanıtlama ihtiyacı olmadan etrafımızla uyum içinde yeşermek bizleri hyyge insan yapıyormuş.

Yedinci madde "rahatlık" :Gergin bir ortam , sıkı kıyafetlerden uzak ol  ve rahat ol dostum diyor.

Sekizinci "ateşkes" : Kavga ve gerginlik çıkabilecek siyaset, din gibi konuların hyyge felsefesinde yeri asla yok.



Dokuzuncu "birliktelik": Birlikte mutlu olma hali. Kedinle, kahvenle, dostunla birlikte mutluluk duymak.

Onuncu ve sonuncu ise "sığınak" : Hyyge felsefesinin büyüsüne kapılmak için güven duyduğun, tehlikeden korunduğunu bileceğin bir ortam yaratmak şart.


Evet hyyge felsefesini beraber sorguladık. Peki sen ne kadar hyygelik bir insansın yorumlarda mutlaka yaz :)  Fakat ben bu maddelere bir madde daha eklemek istiyorum o da sadelik. Gereksiz eşyalar, insanlar , kağıtlar bunlardan kurtulmak beni daha az gererdi ve huzurlu hissettirirdi sanırım. Bunu da Japon hyyge felsefesi diyebiliriz bence ne dersin? :) 


Okuduğun için Teşekkür ederim sağlıcakla kal...



                                                                            💗

2 Aralık 2020 Çarşamba

AŞI KARŞITLIĞI VE RİSKLER


 Her şeyin başı sağlık, her şeyin başı aşı ! 

Aşı nedir, ne işe yarar ? Kısaca bundan bahsederek giriş yapmak istiyorum. Aşı, hastalık yapma yeteneği yok edilmiş virüs ve bakterilerin ya da bakterilerin zehirli toksinlerin
den arındırılmış olarak elde edilen biyolojik maddelerdir. Hayvanlara veya insanlara uygulandığında bu zararlı patojenlerin vermiş olduğu kötü etkilerin oluşumunu engellerler. Mikrobik bir etkenle karşılaşıldığında mikrobun vücuda girmesine engel olarak hastalık oluşturmasını engellerler. Bildiğimiz tanımı bu olup ülkemizde ve dünyada sıkı takiplere tabi tutulmuş yegane biyolojik maddedir.  

Peki bizlere söz hakkı tanımadan devletlerin zorunlu uygulamaları arasında neden yer alıyor hiç düşündünüz mü ? Biz bir denek miyiz? Ya da bir şekilde kontrol altında  tutulmaya mı çalışıyoruz?        Son yıllarda DSÖ'nün tanımları arasına girmiş bir terim olan "Aşı tereddütü ya da aşı kararsızlığı (vaccine hesitancy)" olarak bilinen aşı hizmetinin yapılmasını reddetme,gecikme olarak tanımlanan bir kavram hayatımıza girdi. Ve ciddi bir rakam ki ülkelerin yüzde 90'nından fazlasında bu durum rapor edilmiştir. Bir çok bölgede K-K-K (kızamık,kabakulak,kızamıkçık) aşısı toplum bağışıklığı olan düzeyin altında seyretmiştir. Bu gibi tehtidler nedeniyle DSÖ 2019'da çözüme kavuşturmaya planladığı 10 küresel sorun listesinde aşı karşıtlığına da yer vermiştir.                                                   

Bahsettiğim gibi, sorunlardan birisi tam olarak da devletlerin bizleri yönlendirmesine izin vermeme düşüncemizden ileri geliyor. Tabi ülkelerin kendilerine göre de bazı sebepleri var. Bunlara verilecek örneklerin ilk başında İngiltere'de Edward Jenner'in  ilk aşı çalışmaları sırasında aşıya karşı çıkışta dini nedenler ilk sırada olmuştu. Velhasıl bu durumda zorunlu aşı uygulamaları ön plana çıkmış olup bu durum aşı karşıtlığını daha da arttırmıştır. Bir diğer örnek ABD'de 1870 yılında zorunlu çiçek aşısı uygulamaları sırasında kullanılan para cezaları, yoksullara uygulanan şiddet aşı karşıtlığını daha da arttırmıştır.20. yy da gelişen teknolojik gelişmeler, daha önce eradike edilmiş  hastalıkların olması olsa da aşı güvenirliğiyle ilgili tartışmalar devam etmiştir. Bunun yanı sıra "The Lancet" dergisinde bir gastroenterolog olan Wakefield'in KKK aşısıyla Otizm arasında bir ilişki olduğunu göstermeye çalışan 12 vakalık serisi toplumda kafa karışıklığına yol açmıştır. Öte yandan Türkiye'de durum nedir?sorgulayacak olursak Osmanlı dönemiyle başlayan Cumhuriyetle devam eden aşı uygulamalarının olduğu biliniyor. Günümüzde ise Sağlık Bakanlığınca belirlenen kuruluşlarda aşı takvimine göre ücretsiz olarak uygulanıyor. Ülkemizde 2018 yılıyla birlikte aşı karşıtlığı 23 bin aileyi bulmuş durumda. Geçen günlerde Yıldız Tilbe'nin de aşı karşıtlığını kelimeleriyle dile döktüğünü ve insanları bir sanatçı olarak ne denli etkilediğini okumuş olduk.



 

Giderek artan dünya nüfusu 8 milyarı bulmuş durumda. İspanyol gribinin çıktığı 100 yıl önce ise bu sayı 1 milyarlardaydı. Uçak gibi bir teknoloji o sıralarda var olmadığı halde milyonlara yayıldı. Günümüzde insanların dünyanın bir ucundan bir ucuna gitmesi çok daha kolay ve yayılımın ne denli çok olacağını tahmin edebilirsiniz. Eğer basit bir aşıyla insanlar hayatlarına devam edebilecek ve ölümden kurtulacak ise neden bu karşıtlık? Dünyada milyonlarca yoksul ülke, mülteciler ve bağışıklığı düşük insan varken neden kendi bağışıklığımıza güvenip onları riske atıyoruz? İnsan yaşamı bu kadar mı ucuz ? Basit bir gripten bizler ölmeyebiliriz ancak bulaşıcılık milyonlarca insanın ölümüne sebep olabilir. Burada düşünce yapımız kendimize göre değil bana göre topluma göre şekillenmeli. Aşı karşıtlığının olduğu ülkelerde mortalite bu kadar artmış durumdayken karşı çıkmak canilik değil de nedir ?

Toplumsal olarak bilinçli olmalı ve bulunan aşıları incelemeliyiz. Gerekirse insanlık için bu aşıların yapılmasına gönüllü olmalıyız. Bu dünyada yalnız biz yaşamıyoruz. Bakteri ve virüslerin yaşamasına ortam hazırlayan konak canlılarız. O halde çözümü olan ve gerçekten ciddi bir bağışıklık sağlayan aşıyı ve aşı karşıtlığını gözden geçirmeliyiz. Elimizi vicdanımıza götürelim ve düşünelim gerçekten bizler birer araç mıyız ?... 

Okuduğun için Teşekkürler. Daha iyi bir dünya için...