12 Eylül 2020 Cumartesi

ÖNCE AYNAYI KENDİNE ÇEVİR

Gül şeklinde insan yüzü



Toplum olmanın gereği insanlarla temas içinde olmak, ilişki kurmak durumundayız. İsteklerimizi ifade etmek, birbirimizi anlayabilmek, duygularımızı anlatabilmek gibi maksatlarla iletişim kurma ihtiyacı duyarız. İletişim ihtiyacı hep var olmuş, bir çok sorunun çözümünde odak noktası olmuştur. Konuşma ve anlama bu kadar önemliyken akıllarda buna ket vuran bir düşünce belirmiştir... Ya aynı dili konuşan bu insanlar olur da problemlerini çözemeyecek seviyeye gelirlerse ? Ya dil denilen şey problemlerimizi çözmede yardımcı unsur olmazsa? Şimdi bir düşünelim buna sebep olacak neler var ve çözüm yolları neler olabilir ?

 İnsan doğal yapısı gereği çocukluk çağından ileri gelen sınırlarını çizme eğilimi içerisindedir. Kendini savunma içgüdüsü asırlardır baskın gelen bir duygudur. Ailevi yaşantıları dahil karşılaştıkları her grupta bu eğilimlerini yaşatma tutumu sergilemişlerdir. Kendini savunma savaşı meydanına dahil olmuşlardır. Peki bu savaşta galip olan kim? En güçlü olan mı ?  Ya da kendini en iyi ifade etme yeteneğine sahip olan mı ? Bunların hiç birine cevabımız evet olamaz çünkü biliyoruz ki her birey kendi savunduğu noktada haklı. Tam da yaşanılan bu kargaşaya bakış açımız bu olmalı aslında herkes yaşadığı durumda kendi hayat tecrübeleri, kendi düşünce ve yargı sistemleri dahilinde bir görüş sergiler ve kendi baktığı gözlüğün camından tabi ki haklıdır. Bunu kabul edebilirsek eğer o zaman bu anlaşmazlıkların çözümünde vakıf olmuş olacağız. Tartışma esnasında aslında kendine yöneltilen bir saldırı olarak algılama vardır. Önemli olan o noktada tartışılan konu değil tamamen kendini savunma iç güdüsüdür. Tartışan iki taraf da insan olmanın gereği karşısındakine anlayış göstererek çözüm odaklı giderek meseleyi halledebilir aslında. Her zaman her dediği doğru olamaz insanın yalnız ona doğru olduğu düşüncesi vakıf olur. Karşısındaki insana da düşüncelerinde bir şans verebilme imkanı yaratırsa işte o zaman anlaşmazlıkların çözümü kendiliğinden gelecektir. İslam dini de toplumsal iletişim sorunlarının çözümünün her daim barışı savunarak çözüleceği görüşünü  desteklemiştir. Karşımızdaki insanın bakış açısına bürünmeyi öngörmüş, tarafsız bir şekilde dinlememiz gerektiğini söylemiştir.

Her insan bambaşka bir ailede, bambaşka bir çevrede ve başka imkanlar dahilinde dünyaya gelmektedir. Kimi bir ailesi olmadan yaşamını sürdürmekte, kimi topluma göre mükemmel şartlara sahip olarak hayatını idame ettirmektedir. Kimi de orta gelirli bir ailede çoğunluğun sahip olduğu eşit imkan ve aile yapısıyla dünyaya gelmektedir. Bu yüzden de bakış açılarımız herkese göre farklılık gösterebilir  ya da düşünce benzerliği yaşayabiliriz. İnsan yaşamı boyunca kendi doğrularını oluşturmuş ve o doğrultuda olayları algılamaktadır. Yaşanılan probleme yaklaşımlarımız bu imkanlar dahilinde farklı olacak ve haklı olduğumuzu bize düşündürecektir. Hiç kimseyi düşündüğü görüş neticesinde yargılayamaz ve haksız olduğunu söyleyerek yadırgayamayız. Bahsettiğim mesele söylenilen şeyin doğru veya yanlış olması değil sadece insani düşünme yeteneğimizin hiçe sayılmaması ve karşımızdaki kişiyi şüphesiz haksız olarak damgalamadan sorgulamamız gerektiğidir. Sonuçta hepimiz bilinçli bir beyine sahip, bizlere bahşedilmiş düşünme kabiliyetimiz sayesinde bir görüş elde eder ona göre fikrimizi savunuruz. Bu da bana göre yok sayılmayacak kadar önemli bir başarıdır.

Dini inancın, toplumsal çevren, hayattaki yargıların ve hataların ne olursa olsun insan olma erdemine erişti isen kendini sorgula ve karşındaki insanın görüşlerine saygı duy. Ancak böyle ilerleyen, gelişen bir toplum olabiliriz. Her şeyden önce bizlerin doğru veya yanlış diye nitelediği değer yargıları kimine göre yanlış olabilir düşüncesini özümseyebilirsek bu dediklerim de başarı elde edilebilir.

Okuduğun için teşekkür ederim. HOŞÇA KAL...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder