Gelecek kaygılarıyla yaşasak da hiçbirimiz gelecek felaketi hayal etmeyiz, düşünmeyiz bunu hiç
31 Ağustos 2020 Pazartesi
KORONA VİRÜSE NE KADAR HAZIRDIK?
Gelecek kaygılarıyla yaşasak da hiçbirimiz gelecek felaketi hayal etmeyiz, düşünmeyiz bunu hiç
29 Ağustos 2020 Cumartesi
CİNSİYETSİZLİK KAVRAMI KADINA ŞİDDETİ AZALTIR MI ?
Cinsiyet kelimesi aslında dişilik ve erkekliği ifade ederken varoluşsal anlamda çok daha büyük boyutlu kapsama sahiptir. Yüz yıllardır kıyafet sektörüne renk, biçim ve bize dayatılmaya çalışılan ölçütlerden pay sağlarken kadınların süslü, erkeklerin daha erkeksi tasarımlarını kullanan mimariye kadar her alanda kendini göstermiş günümüzde de kendi varlığını her alanda göstermektedir. İki farklı cinsiyeti ifade eden bu iki kavram aslında gözümüzü çevirdiğimiz her yerde bizlere kendini hatırlatmakla birlikte farklı düşünce temellerini atan bir yaklaşıma neden olmuştur. Bu kavramlardan biri olan modern yaşamda karşımıza çıkan cinsiyetsizlik söylemleri alışılagelen düzeni bambaşka bir noktaya taşımıştır. Bahsedilen bu kavram cinsiyeti topyekün hiçe sayan, kadın ve erkeği eşit tutan, cinsel tercihler dahil her alanda tam bir eşitliği savunan, rollerin olmadığı bir dünya hayali bana göre. Çünkü bir takım korkutan getirilere sahip bu hayal. İlk olarak aile çatısının çatırdaması anlamına geliyor. Toplumların uyguladığı nüfus politikalarına aykırı bir niteliğe sahip. Yaratılışsal ve yapısal farklılıklar nedeniyle ise eşitlikle örtüşmüyor. Ayrıca hayatın doğal bir dengesi var ki bu cinsiyetsizlik kavramı doğal dengeye müdahele edip tamamen var oluşumuzu sorgulamamıza, tepetaklak bir düzen kurmamıza sebep olabilir.
Bunları savunan bir kesim olsa da bir başka kesim kadına şiddet vakalarını azaltacağı görüşünü destekliyor. Bu görüşün haklı taraflarının da olduğunu varsayabiliriz. Kadınların erkeklerle eşit tutulduğu bir toplumda büyüklük taslamak geçmeyecek, ezenin daha güçlü sayıldığı bir yapı oluşmayacak kadının zayıflığından yararlanıp cinsel bir obje olarak görülmediği bir toplum yapısı ortaya çıkabilecek. Bu yanlarıyla olumlu özelliklerini öne sürerek farklı ideolojileri benimsetmeye çalışan bir güruh özellikle gençleri hedef alarak kötü yollara sevk ettirmektedir. Bunlara karşı uyanık olmak, masum olmayan görüşleri fark edebilmek boynumuzun borcudur.
Ancak unutmamamız gereken bir şey var. Aile çatısının bozulduğu bir toplumdan medet ummak cahiliye dönemine geri döndüğümüz anlamına geliyor. Yaratılışımız sebebiyle farklı fıtratlara sahibiz. Kadının baskın olduğu alanlarla erkeğin baskın olduğu alanların bambaşka olduğunu hepimiz yaşayarak görüyoruz. Evet aynı alanlarda erkek ve kadın aktif olabilir ancak en önemlisi doğurma ve annelik içgüdüsüne hiç bir erkek sahip olamaz aynı şekilde babalık duygusuna hiç bir kadın vakıf olamaz anne ve baba rolünün eşit olarak algılandığı bir toplumdan ise şefkatli, nitelikli çocukların yetişmesini beklemek zor görünmektedir. Bu da sadistliğin ve bencilliğin artacağı bir toplum demektir.
Eğer kadına ve erkeğe çeşitli şiddetlerin uygulanmadığı bir toplum arıyorsak bana göre bunun yolu psikolojik olarak gelişmiş, fıtrat pedagojisi hakkında bilgili ebeveynlikten geçiyor. Sonuçta şiddeti meşru hale getiren de şiddetin yayılmasına sebep olan da bu insanları yetiştiren aileden geçmekle birlikte o ailenin soy geçmişine de bağlı olabiliyor. Yalnız Türk toplumunda değil bir çok toplulukta kadınlar erkeklere oranla daha geri planda tutulmuştur bu da haliyle nesillerce aktarımını kolaylaştırmış normal duruma getirmiştir. Aynı zamanda Arap döneminde kız çocukları diri diri toprağa gömülürken peygamberimiz kız çocuklarını sırtında taşıyarak bizlere de ders niteliğinde öğütler bırakmıştır. Kimsenin kimseden üstünlüğünü yaratılış itibariyle öngöremeyiz. Güçlü yaratılmış olmak erkeklerin değerinin kadınlardan daha fazla olacağı anlamına gelemez. Cinsiyetsizlikten öte bir şey var ise o da şudur ki farklılıklarımızla güzel olduğumuz ve farklılıklarımızın bizi diğerimizden üstün tutamayacağıdır. Gücü ve zekayı bir araya getirirsek bence mükemmel bir uyum sağlayabiliriz. Aynı olan iki nesne birbirlerine büyük ölçüde yarar sağlayamazlar. Farklı özellikler birbirini tam anlamıyla tamamlayıcı güç olabilir.Hepimiz aynı yolun yolcusuyuz farklılıklarımızla birbirimizi kabul etmek dileğiyle.
16 Mayıs 2020 Cumartesi
MUTLU HAYAT YOKTUR MUTLU ANLAR VARDIR
12 Şubat 2020 Çarşamba
AKIL IŞIĞI, ÜÇÜNCÜ GÖZ "EPİFİZ"
Fotoğraf Vatikan'dan. Üçüncü gözümüz olarak adlandırılan Epifiz bezinden tasvirle tasarlanmış. Bir çok sanatkara ve farkı antik dinlere, günümüze ilham olmuş bu mucizevi organımızdan. Doğruyu söylemek gerekirse ilk duyduğumda beni de işlevleriyle kendinde hayranlık uyandırmış ve merak duygumu cezbetmişti. Araştırmalarımda fark ettim ki kendisi küçük olsa da özellikleri o kadar basit değil. Bizlere gözlerimiz kadar önemli olduğunu hatırlatıyor ve bizleri harika organizmalar olarak ön plana çıkarıyor.
Peki bu çam kozalağı benzeri küçük bez epifiz (pineal) in işlevleri nedir, neden bu kadar ilgi çekmiştir? Gözle aynı hizada olan konumu nedeniyle üçüncü göz olarak adlandırılıyor. Beynin tam merkezinde yer alıyor. Göz; ışıkta, epifiz; karanlıkta devreye giriyor. Kısaca işlevlerinden bahsetmek gerekirse; Üç tane hormon salgılıyor bu bez; melatonin , pinolin, insana psikedelik ve mistik deneyimler tattıran dimettiltriptamin (DMT). En önemli hormon melatonin, sirkadiyen ritimden sorumlu, uykumuzu düzenliyor ve tahmini zor olmasa gerek karanlıkta salgılanıyor.
Kanserden koruyor ki gece uykusuzluğu yaşayan kişilerde normal insanlara göre kanser oranı daha fazla. Görme engelli kişilerdeyse bu oran giderek düşüyor çünkü karanlıkta daha çok işlevini artırıyor. Çocuklukta 9 yaşından önce ergenliğe girmeyi engelliyor. En çok dikkat çekilen noktaysa ruhen bizi üst bilinçlere çıkarıyor olması ve modern felsefenin babası Descartes epifiz bezini ruhla bedenin birleştiği nokta olarak betimler. Bu yüzden yüzyıllardır bu organ önem ve gizemini koruyor. Hatta Fransız düşünür, yazar Voltaire bu organın sırrını çözmek için birçok kez otopsi yapmıştır. Araştırmalar sonucu, günümüzde de kabul edilmiş bir gerçek deniz seviyesinden yukarı çıkıldıkça organ işlevselliği artıyor ve daha fazla hormon salgılanıyor. Bu yüzden ibadethaneler yüksek noktalara yapılırmış, amaç tanrıya yakın olmak değil, ruhen yükselmekmiş.
Diğer bir nokta karanlık demiştik. Şüphesiz karanlık da büyük önem arz ediyor. İsa'nın bir sözü ; Karanlıkta olanlar gerçek(büyük) ışığı görürler. Ancak bu organımız günümüz modern dünyasında tükettiklerimiz ve çevresel şartlardan kireçleniyor ve işlevi azalıyor. Sebebinin de florür olduğu düşünülüyor. Fareler üzerinde yapılan bir deneye göre yaşlı farenin epifizi daha genç bir fareye aktarılıyor ve görülüyor ki genç fare daha çabuk ölüyor. Pineal bezin düzenli faaliyette bulunması sıkıntı, bunaltı, bunama, stres ,yaşlanma ,bahsettiğimiz gibi kanser, hipertansiyon ve birçok psikolojik rahatsızlığa karşı doğal koruma sağlıyor.
Epifiz bezinin mucizeleri ortada o halde yararlarından istifade etmek bize düşüyor. Kızılcık, deve dikeni, rezene, anason, kereviz, ayçiçeği, çemen, hardal, sarı kantoron , papatya çayı vişne, lahana, badem, fındık, magnezyum ve çinko içeren diğer gıdalar melatoninden zengindir bunları daha sık tüketebiliriz. Yüksek oranda cıva içeren balıklar, karbon bazlı içecekler, sudaki flor, diş macunları ve dumana maruz kalmamız epifiz bezini olumsuz yönde etkiliyor ve düzgün çalışmasını engelleyebiliyor. Görülmüş ki meditasyon, oruç tutmak, uzlete çekilmek, ilahi söylemek, sükutla içimize yönelme (az konuşma) sırasında pineal bez aktivasyonu artıyor ve DMT seviyesinde bir patlama oluşabiliyor.
Epifiz bezinin önemi gün geçtikçe gün yüzüne çıkmaya başlıyor ve tedavi edici uygulamalardan tutun farklı alanlarda da istifade edileceğe benziyor. O halde vücudumuzun bu mucizevi organlarına merak duymayı arttırmalı, araştırmalara destek verici rollerde kendimizi bulmalıyız. Kendine değer ver ve sağlığını korumaya önem ver. Görüyorsun ki küçücük bir organ çoğu işlevden sorumlu. Araştırmadan, içeriğini bilmeden hiçbir şeyi bu bedene kabul etmemeyi kendine borç bil. ve kendine iyi bak...
İlgisini çekenler için belgesel önerisi (DMT: The Spirit Molecule (2010))
20 Ocak 2020 Pazartesi
KUSURSUZLUK TANRISALDIR..
Kusursuzluk "takıntı" mızın beynimizde yarattığımız bir şemadan ibaret olduğunu biliyor muydunuz? Her şeyin kusursuz olması gerektiği inancımız ve ne yaparsak yapalım yaptığımız şeyin bir türlü mükemmel oluşunu kabullenmeyişimiz. Sahip olan insanı bir hayli yoran, hayat kalitesini bariz düşüren kısır döngümüz...
Şimdi farklı bir perspektiften bakalım istiyorum. Kusurluluk neye göre, hangi yargılama sistemine göre "kusurluluk" tur. Her kim neyi kusurlu buluyorsa, bu sadece kafasında yarattığı birer düşünceden ibarettir. Bizim kusurlu bulduğumuz şeyler başkası için hiçbir anlam ifade etmeyebilir. Yada başkasında kusurlu bulduğumuz herhangi bir şey o insan için kusur teşkil etmiyordur. Velev ki kusurlu bulduk, bu açığı kapatacak çok daha büyük bir mücevher taşıyordur.
Peki kusursuzluk takıntımızı aşabilirsek ne gibi avantajlara sahip oluruz düşündünüz mü ?
1. Bilerek veya unutarak yaptığımız eksiklik biz de huzursuzluk yaratmaz böylece hayatımızı kaliteli duygularla yaşarız. Örneğin iş yerinde patronuna eksik bir dosya teslim eden Aysun kusurluluk şemasına sahipse akşam çocuğuna ayıracağı vakit verimsiz ve memnuniyetsiz geçecek.
2. "Kusursuzluk" tan korkan bir insan yeni şeyler deneyimlemeye de korkar. Ancak bunu aşan birisi başarısızlıktan korkmaz ve hayattaki farklı tatlardan da lezzet alarak ilerleyebilir.
3. Kusurlarını olduğu gibi kabul eden insan, kendisini de sever ve beğenir özgüveni yerinde olur, kendi hakkında olumsuz düşünceler oluşturmaz.
4. Çevremizdeki insanları yargılamadan önce daha düşünceli bir yaklaşıma gireriz. Bir an düşünme payı bırakır onu olduğu gibi kabulleniriz.
Kısacası hayattan aldığımız lezzet de önemli ölçüde artar.
Tabi yıllardır kusursuzlukla olgunlaşmış insan bir anda bu takıntısından vazgeçemez. Bunun için bazı yollardan geçmeli diyor uzmanlar. Öncelikle kendinize küçük görevler vermelisiniz. Mesela temizlik yaparken o biblo yamuk duruyorsa onu düzeltmeyin. Bırakın olduğu gibi kalsın bu sizde başta rahatsızlık oluşturacak. Ancak yapmadıkça beyniniz farklı nöral ağlar oluşturup bunu kabullenecek. Yada patronunuz sizi yapmak istemediğiniz bir şey için zorluyor mu "hayır" diyebilmeyi öğrenin. Unutmayın büyük değişimler küçük başlangıçlarla olur. Göreceksiniz bir şeyler eksik olsa da hayat tam manasıyla devam ediyor..
Bir Çin atasözü der ki "Dünyada kusursuz iki insan vardır, biri ölmüştür diğeri ise daha hiç doğmamıştır." yine Farabi kusursuzluk tanrısaldır diyor. Bırakın bir şeyler de tam olmasın hayattan aldığınız tat her şeyden daha önemli. Mükemmel bir insan olmadığı gibi hiç bir şey ne tam anlamıyla iyidir ne de tam anlamıyla kötüdür. Düşünce yapımıza bir boşluk koyabilirsek bakış açımız değişecek ve bir şeyler mükemmel olmasa da mutluluk ölçütümüzün bununla ölçülmediği ortaya çıkacak. İnsanlar öldüklerinde dünyada ne iyi niyetli işler yaptıklarıyla sorgulanırlar her şeyi tamı tamına güzellik ve iyilik standarlarına uygun yapıp yapmadıklarıyla sorgulanmazlar.
7 Ocak 2020 Salı
DUR VE DÜŞÜN !
Gördüğüm en net görüntünün bu olduğunu hatırlıyorum. Sonrası bulanık bir hatıraydı zaten. Acaba, o en mutlu anda şimdiki oldukları hali hayal edebilmiş miydiler? O güzel an akıp giderken o anda kalmayı başarabilmiş miydiler? bir daha hiç yaşanmayacağını bilerek.
Daha küçük yaşta bir oğlan çocuğu, babasıyla top oynuyor. Delicesine mutlu, delicesine umutlu gelecekten. İlk çocuğuna kavuşmuş bir baba, olabildiğince heyecanlı ve onun için güzel bir gelecek düşlüyor. Anının daha da içine girdiğimizde muhtemelen o baba ve oğul bu duyguların sonsuza kadar tekrarlanacağını düşünüyordu. Baba maddi hesaplarla boğuşurken, çocuk sadece oynadığı oyuna dikkatini vermişti veya akşam ne yiyeceğini düşünüyordu.
Aklımdan bu karışık düşünceler ve duygular geçerken iki gündür babamı görmediğimi fark ettim. Benim de böyle ne çok anım durumun bilinçsizliğiyle bir daha yaşanmamak üzere kaybolmuştu kim bilir... Sahi yaşadığım onlarca anıdan geriye ne kalmıştı ki ben yeterince hayatımdaki insanların kıymetini biliyor ve onların faniliğiyle alakadar oluyor muydum ? Hastanede tedavi saati bitmişti. Bu sürede "insanlığımızı" daha detaylı sorgulama zamanı buldum. Uzun uzun düşünceler birden aklımda yer edivermişti.
Hayatımızda tanıma imkanı bulduğumuz kişiler; yakınlarımız ve diğerleri, daha önemlisi yaşama insan olarak gözlerimizi açışımız... Hepimiz çok büyük bir amaca, insanlığa hizmet ediyoruz ve gelişi güzel yaşanamayacak kadar az bir vaktimiz var. Birbirimiz için vazgeçilmez unsurlarız.
Peki ya neden insanlarla olan münasebetimizi bu kadar önemsemiyor hep bencilce yaşıyoruz?
O gün o baba neden çocuğunun eşsiz mutluluğuna duygularıyla ortak olmuyor. Geçmiş ve gelecek kaygısında boğuluyor. O çocuk neden babasının yanında oluşunun mutluluğuyla değil, ilgilendiği şeyin geçici mutluluğuyla neşe saçıyor, babasının var oluşunun mucizesini idrak edemiyor ?. Biz de anın verdiği hazzı dolu dolu yaşasak sizce uzun vadeli pişmanlıklar yaşar mıyız?
O zaman dönüp kendimize sormalı ve şu kısa olan ömrümüzde bu dünyaya iyi şeyler bırakmak adına her an ve durumda çevremdeki değer verdiğim insanların kıymetini biliyor ve o anda kendime bir köşe seçebiliyor muyum?. Hiçbir şey için geç değildir ömür geçiyor durduramıyoruz, ama şimdiyi sonsuza götürebiliriz. Şu an hala nefes alabiliyorsan zamanın var demektir. Sevdiklerin yok olup gitmeden anıları taze tutarak her anının kıymetini bil hala vakit var. Gelecek kuşaklara bunları anımsatabilmek farkındalıklarını arttırabilmek büyük önem taşıyor. O halde elini taşın altına koy ve bilinçli bir nesilin insan hayatına katılmasında sen de faydalı ol. İnsanlığın mucizevi yanı bu şekilde kendini belli edecek.