12 Şubat 2020 Çarşamba

AKIL IŞIĞI, ÜÇÜNCÜ GÖZ "EPİFİZ"







Fotoğraf Vatikan'dan. Üçüncü gözümüz olarak adlandırılan Epifiz bezinden tasvirle tasarlanmış. Bir çok sanatkara ve farkı antik dinlere, günümüze ilham olmuş bu mucizevi organımızdan. Doğruyu söylemek gerekirse ilk duyduğumda beni de işlevleriyle kendinde hayranlık uyandırmış ve merak duygumu cezbetmişti. Araştırmalarımda fark ettim ki kendisi küçük olsa da özellikleri o kadar basit değil. Bizlere gözlerimiz kadar önemli olduğunu hatırlatıyor ve bizleri harika organizmalar olarak ön plana çıkarıyor.

Peki bu çam kozalağı benzeri küçük bez epifiz (pineal) in işlevleri nedir, neden bu kadar ilgi çekmiştir? Gözle aynı hizada olan konumu nedeniyle üçüncü göz olarak adlandırılıyor. Beynin tam merkezinde yer alıyor. Göz; ışıkta, epifiz; karanlıkta devreye giriyor. Kısaca işlevlerinden bahsetmek gerekirse; Üç tane hormon salgılıyor bu bez; melatonin , pinolin, insana psikedelik ve mistik deneyimler tattıran dimettiltriptamin (DMT). En önemli hormon melatonin, sirkadiyen ritimden sorumlu, uykumuzu düzenliyor ve tahmini zor olmasa gerek karanlıkta salgılanıyor.
Kanserden koruyor ki gece uykusuzluğu yaşayan kişilerde normal insanlara göre kanser oranı daha fazla. Görme engelli kişilerdeyse bu oran giderek düşüyor çünkü karanlıkta daha çok işlevini artırıyor. Çocuklukta 9 yaşından önce ergenliğe girmeyi engelliyor. En çok dikkat çekilen noktaysa ruhen bizi üst bilinçlere çıkarıyor olması ve modern felsefenin babası Descartes epifiz bezini ruhla bedenin birleştiği nokta olarak betimler. Bu yüzden yüzyıllardır bu organ önem ve gizemini koruyor. Hatta Fransız düşünür, yazar Voltaire bu organın sırrını çözmek için birçok kez otopsi yapmıştır. Araştırmalar sonucu, günümüzde de kabul edilmiş bir gerçek deniz seviyesinden yukarı çıkıldıkça organ işlevselliği artıyor ve daha fazla hormon salgılanıyor. Bu yüzden ibadethaneler yüksek noktalara yapılırmış, amaç tanrıya yakın olmak değil, ruhen yükselmekmiş.





Diğer bir nokta karanlık demiştik. Şüphesiz karanlık da büyük önem arz ediyor. İsa'nın bir sözü ; Karanlıkta olanlar gerçek(büyük) ışığı görürler. Ancak bu organımız günümüz modern dünyasında tükettiklerimiz ve çevresel şartlardan kireçleniyor ve işlevi azalıyor. Sebebinin de florür olduğu düşünülüyor. Fareler üzerinde yapılan bir deneye göre yaşlı farenin epifizi daha genç bir fareye aktarılıyor ve görülüyor ki genç fare daha çabuk ölüyor. Pineal bezin düzenli faaliyette bulunması sıkıntı, bunaltı, bunama, stres ,yaşlanma ,bahsettiğimiz gibi kanser, hipertansiyon ve birçok psikolojik rahatsızlığa karşı doğal koruma sağlıyor.

Epifiz bezinin mucizeleri ortada o halde yararlarından istifade etmek bize düşüyor. Kızılcık, deve dikeni, rezene, anason, kereviz, ayçiçeği, çemen, hardal, sarı kantoron , papatya çayı vişne, lahana, badem, fındık, magnezyum ve çinko içeren diğer gıdalar melatoninden zengindir bunları daha sık tüketebiliriz. Yüksek oranda cıva içeren balıklar, karbon bazlı içecekler, sudaki flor, diş macunları ve dumana maruz kalmamız epifiz bezini olumsuz yönde etkiliyor ve düzgün çalışmasını engelleyebiliyor. Görülmüş ki meditasyon, oruç tutmak, uzlete çekilmek, ilahi söylemek, sükutla içimize yönelme (az konuşma) sırasında pineal bez aktivasyonu artıyor ve DMT seviyesinde bir patlama oluşabiliyor.


Epifiz bezinin önemi gün geçtikçe gün yüzüne çıkmaya başlıyor ve tedavi edici uygulamalardan tutun farklı alanlarda da istifade edileceğe benziyor. O halde vücudumuzun bu mucizevi organlarına merak duymayı arttırmalı, araştırmalara destek verici rollerde kendimizi bulmalıyız. Kendine değer ver ve sağlığını korumaya önem ver. Görüyorsun ki küçücük bir organ çoğu işlevden sorumlu. Araştırmadan, içeriğini bilmeden hiçbir şeyi bu bedene kabul etmemeyi kendine borç bil. ve kendine iyi bak...

İlgisini çekenler için belgesel önerisi (DMT: The Spirit Molecule (2010))

20 Ocak 2020 Pazartesi

KUSURSUZLUK TANRISALDIR..



BIRAK BİRAZDA HER ŞEY TAM OLMASIN

Kusursuzluk "takıntı" mızın beynimizde yarattığımız bir şemadan ibaret olduğunu biliyor muydunuz? Her şeyin kusursuz olması gerektiği inancımız ve ne yaparsak yapalım yaptığımız şeyin bir türlü mükemmel oluşunu kabullenmeyişimiz. Sahip olan insanı bir hayli yoran, hayat kalitesini bariz düşüren kısır döngümüz...

Çoğu insan kendinde bu şemanın olduğunu kabul etmez ancak davranışlarına ve yaşam tarzına bakılırsa çok açık bir şekilde bu şemanın tuzağında bulunduğu ortaya çıkar.
Bir çatlak var her şeyde, ışık böyle girer içeri bırak kusursuzluğu diyor "Leonard Cohen". Hiç denediniz mi günlük işlerinizi bazen eksik bırakmayı, tam anlamıyla kusursuz yapmamayı veya çok da iyi görünmediğiniz bir gün dışarı çıkmayı ya da çok fazla mı hassassınız hiç yaptığınız bir yanlışı kafanızda  çok fazla büyütmeyip akışına bırakmayı. Durun tahmin edeyim. Hiç yapmadığınız için size olan getirilerine şahit olmadınız.

Şimdi farklı bir perspektiften bakalım istiyorum. Kusurluluk neye göre, hangi yargılama sistemine göre "kusurluluk" tur. Her kim  neyi kusurlu buluyorsa, bu sadece kafasında yarattığı birer düşünceden ibarettir. Bizim kusurlu bulduğumuz şeyler başkası için hiçbir anlam ifade etmeyebilir. Yada başkasında kusurlu bulduğumuz herhangi bir şey o insan için kusur teşkil etmiyordur. Velev ki kusurlu bulduk, bu açığı kapatacak çok daha büyük bir mücevher taşıyordur.

Peki kusursuzluk takıntımızı aşabilirsek ne gibi avantajlara sahip oluruz düşündünüz mü ?

1. Bilerek veya unutarak  yaptığımız eksiklik biz de huzursuzluk yaratmaz böylece hayatımızı kaliteli duygularla yaşarız. Örneğin iş yerinde patronuna eksik bir dosya teslim eden Aysun kusurluluk şemasına sahipse akşam çocuğuna ayıracağı vakit verimsiz ve memnuniyetsiz geçecek.
2. "Kusursuzluk" tan korkan bir insan yeni şeyler deneyimlemeye de korkar. Ancak bunu aşan birisi başarısızlıktan korkmaz ve hayattaki farklı tatlardan da lezzet alarak ilerleyebilir.
3. Kusurlarını olduğu gibi kabul eden insan, kendisini de sever ve beğenir özgüveni yerinde olur, kendi hakkında olumsuz düşünceler oluşturmaz.
4. Çevremizdeki insanları yargılamadan önce daha düşünceli bir yaklaşıma gireriz. Bir an düşünme payı bırakır onu olduğu gibi kabulleniriz.
5.Ruh halimiz daha dengeli bir hal alır gereksiz kaygılar taşımayız.
Kısacası hayattan aldığımız lezzet de önemli ölçüde artar.

Tabi yıllardır kusursuzlukla olgunlaşmış insan bir anda bu takıntısından vazgeçemez. Bunun için bazı yollardan geçmeli diyor uzmanlar. Öncelikle kendinize küçük görevler vermelisiniz. Mesela temizlik yaparken o biblo yamuk duruyorsa onu düzeltmeyin. Bırakın olduğu gibi kalsın bu sizde başta rahatsızlık oluşturacak. Ancak yapmadıkça beyniniz farklı nöral ağlar oluşturup bunu kabullenecek. Yada patronunuz sizi yapmak istemediğiniz bir şey için zorluyor mu "hayır" diyebilmeyi öğrenin. Unutmayın büyük değişimler küçük başlangıçlarla olur. Göreceksiniz bir şeyler eksik olsa da hayat tam manasıyla devam ediyor..

Bir Çin atasözü der ki "Dünyada kusursuz iki insan vardır, biri ölmüştür diğeri ise daha hiç doğmamıştır." yine  Farabi kusursuzluk tanrısaldır diyor. Bırakın bir şeyler de tam olmasın hayattan aldığınız tat her şeyden daha önemli. Mükemmel bir insan olmadığı gibi hiç bir şey ne tam anlamıyla iyidir ne de tam anlamıyla kötüdür. Düşünce yapımıza bir boşluk koyabilirsek  bakış açımız değişecek ve bir şeyler mükemmel olmasa da mutluluk ölçütümüzün bununla ölçülmediği ortaya çıkacak. İnsanlar öldüklerinde dünyada ne iyi niyetli işler yaptıklarıyla sorgulanırlar her şeyi tamı tamına güzellik ve iyilik standarlarına uygun yapıp yapmadıklarıyla sorgulanmazlar. 

Beğendiğini umuyor , mutlu günler diliyorum.

7 Ocak 2020 Salı

DUR VE DÜŞÜN !




Uykusuzluktan gözleri kızarmış bir çift göz...babası nefes nefese yaşam ile ölüm arası çırpınırken ömrünü bir kaç dakika olsa bile uzatmayı dilercesine ona bakıyordu.

Gördüğüm en net görüntünün bu olduğunu hatırlıyorum. Sonrası bulanık bir hatıraydı zaten. Acaba, o en mutlu anda şimdiki oldukları hali hayal edebilmiş miydiler? O güzel an akıp giderken o anda kalmayı başarabilmiş miydiler? bir daha hiç yaşanmayacağını bilerek.

Daha küçük yaşta bir oğlan çocuğu, babasıyla top oynuyor. Delicesine mutlu, delicesine umutlu gelecekten. İlk çocuğuna kavuşmuş bir baba, olabildiğince heyecanlı ve onun için güzel bir gelecek düşlüyor. Anının daha da içine girdiğimizde muhtemelen o baba ve oğul bu duyguların sonsuza kadar tekrarlanacağını düşünüyordu. Baba maddi hesaplarla boğuşurken, çocuk sadece oynadığı oyuna dikkatini vermişti veya akşam ne yiyeceğini düşünüyordu.
Aklımdan bu karışık düşünceler ve duygular geçerken iki gündür babamı görmediğimi fark ettim. Benim de böyle ne çok anım durumun bilinçsizliğiyle bir daha yaşanmamak üzere kaybolmuştu kim bilir... Sahi yaşadığım onlarca anıdan geriye ne kalmıştı ki ben yeterince hayatımdaki insanların kıymetini biliyor ve onların faniliğiyle alakadar oluyor muydum ? Hastanede tedavi saati bitmişti. Bu sürede "insanlığımızı" daha detaylı sorgulama zamanı buldum. Uzun uzun düşünceler birden aklımda yer edivermişti.
Gözlerimizi hayata açtığımız ilk anda bizi bir aile kucaklıyor tüm ihtiyaçlarımız onlar tarafından karşılanıyor ve ilk adımlarımıza onlar ortak oluyor. Bizi ilk defa karşılaştığımız ortamın zorluklarıyla yüzleştiriyorlar. Ve onları yanımızda istediğimiz  her an yanımızda oluyorlar. Yıllar içinde çevremiz kalabalıklaşıyor. Bizi seven sayan bizden çıkarı olan ya da bizim onlardan çıkar sağladığımız bir çok insan giriyor hayatımıza. Peki insan insana bu kadar muhtaçken onlarsız hayat çekilemez oluyorken insan ilişkilerine neden değer vermiyor yalnız kendi mutluluğumuza odaklanıyoruz?
Hayatımızda tanıma imkanı bulduğumuz kişiler; yakınlarımız ve diğerleri, daha önemlisi yaşama insan olarak gözlerimizi açışımız... Hepimiz çok büyük bir amaca, insanlığa hizmet ediyoruz ve gelişi güzel yaşanamayacak kadar az bir vaktimiz var. Birbirimiz için vazgeçilmez unsurlarız.
Peki ya neden insanlarla olan münasebetimizi bu kadar önemsemiyor hep bencilce yaşıyoruz?
O gün o baba neden çocuğunun eşsiz mutluluğuna duygularıyla ortak olmuyor. Geçmiş ve gelecek kaygısında boğuluyor. O çocuk neden babasının yanında oluşunun mutluluğuyla değil, ilgilendiği şeyin geçici mutluluğuyla neşe saçıyor, babasının var oluşunun mucizesini idrak edemiyor ?. Biz de anın verdiği hazzı dolu dolu yaşasak sizce uzun vadeli pişmanlıklar yaşar mıyız?

Bu hayat bir gün biz farkında olmadan yok olup gidecek. Tüm o sevdiğimiz insanlara bir gözyaşı damlası kadar uzak kalacağız. İlgilendiğimiz her şey baki olmayan şeylerken birbirimizin değerini ne zaman yeteri kadar bilecek ve saygı göstererek yaşamaya çalışacağız. Çetrefilli hayatın tek güzel yanı biriktirdiğimiz anılar değil midir sizce de ? Neden bu manevi duyguları hiçe sayıyor ve birbirimizin kıymetini bilmiyoruz.

O zaman dönüp kendimize sormalı ve şu kısa olan ömrümüzde bu dünyaya iyi şeyler bırakmak adına her an ve durumda çevremdeki değer verdiğim insanların kıymetini biliyor ve o anda kendime bir köşe seçebiliyor muyum?. Hiçbir şey için geç değildir ömür geçiyor durduramıyoruz, ama şimdiyi sonsuza götürebiliriz. Şu an hala nefes alabiliyorsan zamanın var demektir. Sevdiklerin yok olup gitmeden anıları taze tutarak her anının kıymetini bil hala vakit var. Gelecek kuşaklara bunları anımsatabilmek farkındalıklarını arttırabilmek büyük önem taşıyor. O halde elini taşın altına koy ve bilinçli bir nesilin insan hayatına katılmasında sen de faydalı ol. İnsanlığın mucizevi yanı bu şekilde kendini belli edecek.

Okuduğun için teşekkür ederim. Kendine iyi bak. Anda kal.

18 Aralık 2019 Çarşamba

YAŞAMI KOLAY KILMAK ÜZERİNE ...




Öncelikle hayatımızı basit yaşamaya  çalışmadan önce hayatın değerini yeterince biliyor muyum ? Bu soruyu sormalıyız kendimize. Aldığımız nefesin, attığımız her adımın, gördüğümüz tek düze olmayan mükemmel düzenin farkında mıyız ? Bu hayatı seviyor muyuz gerçekten? öncelikle bunları sorabilmeliyiz kendimize. Yine soru sorarak devam etmek istiyorum. Bu mükemmel hayatın pek tabi zorlukları da var evet ama biz daha da zorlaştırmıyor muyuz? 


Karanlık bir alemden rengarenk bir yaşama üflenmiş. Her şey düzenli ve hiçbir şey yaşamı zorlaştıracak şekilde tasarlanmamış. Ne tek hücreli bir canlı ne de muazzam yaratılmış insan vücudu. Olağanüstü yaratılmış. Yeryüzünde lüzumsuz tasarlanmış hiçbir "şey" göremeyiz. Doğamız gereği doyumsuz olan bizlerse elimizde tutma, daha da fazlasını isteme hastalığına yakalanmış durumdayız. Gerçekten bu kadar birikim şart mıydı? bizi biz yapabilmek için. Hayatını kolaylaştırmak istiyorsa insan bence kendinden ödün vermeli öncelikle nefsiyle savaş açmalı. Hani hep derler ya alışkanlıklar rutinlerin tekrar etmesiyle oluşur diye... Bu güne kadar yaptıklarımız, hayat alışkanlıklarımız ya da bize öğretilenler değiştirilebilir elbette çünkü aynı zamanda yaratılış itibariyle alışkanlıklarımızı değiştirme eğilimindeyiz de. Bu savaşı kazanıp bambaşka bir hayata bizi gerçek anlamda tatmin edecek bir hayata kucak açabiliriz. Bu söylediklerim zannettiğin kadar zor değil aslında bütün mesele idrakını arttırarak özümsemende gizli.
O zaman bizi gerçek doyuma ulaştıracak birkaç noktaya değinmek istiyorum. Bahsettiklerim hepimizin yaşadıklarına uyarlayabilecekte nitelikte olup sizi biraz düşünmeye zorlayacak. O halde başlayalım.

1. Aldığımız kıyafet veya eşyalara gerçekten ihtiyaç duyuyor muyuz yada Müslüman mahallesinde salyangoz satanlardan alıcı mı oluyoruz. Aldıklarımız bizi  geçici olmayan mutluluklara ulaştırıyor, hayatımıza kolaylık sağlıyor mu?
2. Elinin altındaki eşyaların hepsi senin işine yarıyor mu ? (Minimalist bir hayat sürme sanatı üzerine eserleri olan Dominique Loreau, ilk engelin sahip olduklarımızı atma korkusu olduğunu söylüyor. “Hayatı sadeleştirmek için esas ihtiyaçlarımız üzerine düşünmemiz ve fazlasını atmakla başlamamız gerekiyor. Loreau, her şeyi atmaya çalışmamayı öneriyor. “Herkesin bazı arzularını muhafaza etmeye, bağ kurduğu objelere ihtiyacı vardır” diyor. (http://www.psychologies.com.tr))
3.Konuştuğun her sözcük gerçekten dişe dokunur nitelikte mi? Yoksa anlamsız, boş cümleler kuruyor musun?
4. Hayat düzenin seni yormayacak düzeyde mi, kendine yapabileceğinden fazlasını mı ?
yüklüyorsun yoksa.
5. Biriktirdiğin şeyler senin yolunu açıyor, yapmak istediklerine kolaylık tanıyor mu?
6. Hayatındaki insanlar senin gelişmene, yeni şeyler öğrenip yaşamına uyarlamanda sana yardımcı oluyor mu yoksa gereksiz kalabalıklar mı oluşturuyor?
7. Ya da yaşadığın evi düşün sana yeterli geliyor mu yoksa seni yoran zamanından çalan ihtiyacın olmayan büyüklükte mi ?
8.Telefonunla beynini yoracak derecede vakit geçiriyor musun yoksa gerektiği kadar mı?
bu ve yaşama uyarlanabilecek yüzlercesini sorgulayıp kendi hayatımıza iyi yönde dönüştürebilirsek yaşadıklarımız ne ala kolay ve güzel olmaz mıydı sizce de?

Karşımıza çıkan her şey kolaylıkla olsaydı ve biz kolay bir şekilde mutlu olacağımızı düşünüyor olsaydık pek tabii yanılgıya düşmüş olacaktık. Kolay bir hayat mutluluk getirmez. Zahmet çekerek sürülen bir yaşamda üstesinden gelebildiklerimiz bizi asıl doyuma ulaştırır. O halde zahmeti büyütmek yerine kolaylaştırarak çözmeye odaklandığımızda istediklerimizin hem bizi mutluluğa ulaştırdığını hem de bizi yormadığını gözlemleriz.

Bana göre sade olabilmek en büyük lütuf. Bunu yaşam mottosu haline getirebilirsek tatminimiz de iç huzurumuz da güzellikleri beraberinde getirecektir. Artık düşünme vakti. Kendini sorgula gerçekten de düşündüklerin seni yeterince yormuyor mu ? fazla olan hiçbir şey hayata büyük doyumlar armağan etmemiştir. Her şey senin elinde hadi fazlalıklardan arınma vakti. Hayatında kolaylıklar...

12 Aralık 2019 Perşembe

SANDIĞINDAN DAHA GÜÇLÜSÜN !



Önümüzde uzun mu uzun bir yol olduğunu varsayalım. İlk bakışta bize aşılamayacak kadar zor gelmiyor gözümüz kesiyor ve yürümeye başlıyoruz. Önce bata çıka yürümeyi keşfediyoruz ve bizim öğrendiğimiz şey; evet bu zorlu bir yol, zorlayıcı bir çok şey beni bekliyor acaba üzerinden gelebilecek miyim? oluyor. İlerlerken yolda ufak tefek bir kaç engelle karşılaşıyoruz. Ya! diyor  ben bunların üzerinden gelebilirim sonuçta yürümeyi öğrenmişim. Üzerinden gelebildiğimizi gördükçe heyecanlanıyor ve bu yolu çözdüğüne emin, her adım en fazla bu zorlukta olabilir sanarak, koşar adım ilerliyoruz ve ayağımızı dolaştıracak diğer büyük engellerden habersiziz. Bir gün ayağımız kocaman bir taşa takılıyor ve taşın üzerine yüz üstü düşüyoruz aklımızdan geçen şey "Bundan daha kötüsü olamaz, dayanacak gücüm yok" oluyor. Her şey tepetaklak oluyor bir anda ; çıktığımız yol artık bize ızdıraplı gelmeye başlıyor ve oracıkta ölmeyi umuyoruz.

Şimdi kaseti bir an durdurduğumuzu varsayalım. Anlatılan hikaye ne kadar da hayat yolculuğumuza benziyor değil mi? Kah düşüyor kah kalkıyoruz ama her zaman "Bu en kötüsü bundan daha kötüsü olamaz" dediğimiz anlarda elbet bir gün mutlaka kalkıyoruz. Ama o felaket senaryosu gelip çattığında hep en dayanılmazı olduğunu düşünüp derdimizi büyütüyor kendi değerimizi küçültüyor hiçe sayıyoruz. Hayatın tüm o çetrefilli halleri bize hep daha da kötüsünü sunuyor tam bu da bitti dediğimiz anda hep bir yenisi ekleniyor diyoruz ancak bu olayların her birinin üstesinden kendimiz geldiğimizi, tırnaklarımızla kazıyarak çözdüğümüzü aklımızın ucuna dahi getirmiyoruz. Tüm bunlar yaşanırken sadece olayın iç yüzünü kendimiz biliyor, bütün o zorlu duyguları kendimiz yaşıyoruz. Hiç kimse yanımızda olmadan çözümlüyoruz hem de.

 Oysa biz muhteşem bir dayanıklılık mekanizmasıyla yaratılmış yegane bir vücuda sahibiz ve kendimizi iyileştirmemizde tek güç inanılmaz  bir beyne sahibiz. Mantık mekanizmamız her zaman devreye girmiyor olabilir ama olayı idrak becerimizi keşfedip harekete geçirmek bizim elimizde. 
Olayların gidişatını önceden kestirebilme ihtimalimiz olsaydı bu tedirginlikler boşa çıkardı belki de. Ancak gaybı bilecek bir iradeye sahip değiliz. Ama kadere inanıp elimizden gelenin en iyisini yaptığımız sürece yarı yolda kalmayız ve gücümüzü fark edip daha mantıklı hareket ederek zorlukların üstesinden gelebiliriz. Seni zorlayan şeylerin daha güçlü olduğunu sakın düşünme senden  güçlüsü yok bu hayatta. Karşına çıkan her şeyin sana öğreteceği bir şey var bence en önemlisi de senin gücünü sana göstermek. Tüm bu senaryolar sana bir şeyler kazandırabilmek gücüne güç katabilmek ve hayatını dolu dolu yaşayabilmene yardımcı nitelikte bunu hiçbir zaman unutma.


Öncelikle kendini tanımayı denemelisin bunu mutlaka her gün yap. Kimsin, nelerden hoşlanırsın, neler seni memnun etmez veya umursamazsın önce bunları bir sor kendine. Sonra o olay hakkında mantığını konuştur ve tepkilerini ortaya dök. Tepkilerini sakın gizleme, muhakkak ortaya çıkar çünkü sen iyi ve kötü yanlarınla sensin her şeyin zıddıyla bütün olduğunu algıla. Duvarlarını ona göre ör. Savaş ya da kaç. Ve de her zaman hatırlaman gereken önemli bir şey var.
!Sen, düşündüğünden daha fazlasısın!

İnsanları memnun etmeye çalışmadan önce kendinin değerini bil "İnsan yaşamı alaya alınmayacak kadar hüzünlü ve ciddidir" der Fernando Pessoa. Senin yaşamın da diğer herkesin yaşamından değerli ve önemli. Karşılaştığın gidişat ve olay örgüsü her zaman seni bir sonraki güçlüğe hazırlamak için var olacak. Bu düşünce senin gücüne güç katacak sadece inan ve yaşamın güzellerine de kollarını aç...

9 Aralık 2019 Pazartesi

MİNDFULLNESS HAYATIMIZA NELER KATABİLİR ?



Mindfullness, günümüzde yaygınlaşmaya başlayıp hayatımıza uygulamaya çalıştığımız aslında yüzyıllardır ünlü yogilerin ve din adamlarının uygulamalarına yansıttığı bizim de popüler kültürde yeni yeni keşfetmeye başladığımız mucizevi bir terim. Benim de bunu öğrenmem görüşlerine değer verdiğim arkadaşım sayesinde gerçekleşti ve pek tabii "Zümra Atalay'ın o muhteşem kitabını, ŞİMDİ VE BURADA, okumamla başlamış oldu.

Ne olduğu konusunda daha öncesinde hiç bir fikrim yoktu ve duygularını bastırmaya alışkın olan Ben'i sorgulamaya iten, hakkında merak duymamı sağlayan yeni bir kavramdı benim için. Doğal olarak kendime sordum; duygu ve düşüncelerimi gerçekten bilinçli bir şekilde farkederek mi yaşıyorum ?


Derin bir düşünce sürecine girdim, çocukluk çağımdan beri bir çok olay yaşadım ancak hatırladıklarım genelde o en mutlu olduğum gerçekten keyif aldığım oyunlar,olaylar ya da hayatımı gerçekten derinden sarsan üzücü olayların hafızamda bıraktığı minik olay örüntülerinden başka şeyler olmamıştı. Bunu detaylı düşündüğümde o zamanlarda kendimi olayın gidişatına kaptırdığımı tam anlamıyla söyleyebilirim. Önemli olan kötü olayları hatırlamamak değildi önemli olan yaşadığım anı dolu dolu hissedip gerçek anlamda kendimi o anda var ettiğimde hayatın tadı ve anlamı daha muazzam bir döngüye dönüşmüştü.

Mindfullnes ile farkındalığın aynı şey olduğunu söyleyemeyiz, bilinçli bir farkındalıktan bahsetmek daha yerinde olur. Evet bir çok olayı fark ederiz ancak bu fark etme biçimimiz burda temel farkı oluşturur. Kendime sormalıyım evet bu andayım bu duyguları yaşıyorum ve doğru olan şey şu ki ben hayattayım yaşamanın verdiği tüm keyfi şu anda barındırıyorum.
Peki bu terimi hayatımıza nasıl dahil edecektik ? Aslında formül basitti; dikkatimizi içinde bulunduğumuz ana odaklarken iç ve dış dünyamızda olan olayları yargısız bir şekilde farkcedeceğiz. Kısaca anlatmak gerekirse bir olay olurken dikkatimizi nefesimize, duygu ve düşüncelerimize, duyularımız üzerine yönlendireceğiz ve bilinçli, tarafsız, nazik bir biçimde anı fark edeceğiz. Formül bu aslında. Ancak bu zihinsel bir beceri gerektiriyor. Önemli olan şey bunları fark edip geçmiş tecrübelerimiz ve gelecek kaygılarımız olmaksızın tam da şu anda değerlendirebilmek.


Meditasyonun da yapılan ibadetlerin de amacı yalnızca bu aslında.Etrafımızda ve iç alemimizde neler dönüyor. Ben gerçekten ne hissediyor ve yaşıyorum. Böylece iç dengemiz huzura kavuşup yaşamın bize sunduğu iyi veya kötü o eşsiz duygulardan mahrum olmayarak bizi sıkıntıya sokan durumları dengeleyerek yaşayabileceğimiz anksiyete veya panik bozukluğun önüne geçebileceğiz.
Egzersizin amacı başımızdan geçen olay iyi veya kötü herhangi bir şey olabilir buna odaklanıp tarafsız bir şekilde değerlendirme yapmak ve hayatı dozunda ve tadında yaşamaya yardımcı olmak. Ki bana göre bu büyük ölçüde hayatımıza önemli katkıları beraberinde getirebilir.
Anı anda bilinçli yaşamak, duygularımız şişeden dolup taşıp bizi boğmadan, onları bastırmadan olduğu gibi o anda yaşayabilmek insanlığımızın gerekliliği değil midir? İşte bunu mindfullnes ile keşfedebiliriz.
Mindfullnes yogilerin, tasavvuf üstatlarının, meditasyon uygulayıcıların başvurduğu birincil yöntemdir. Gündelik hayatımızda da bu konuda gruplar halinde egzersiz yapabileceğimiz yardımcı kurumlar bulunmaktadır. Bir kaç seansla hayatımıza uygulamaya koyabilmemiz kolaylaşıyor tabi bunu ev ortamında da yapabiliriz ancak bol bol tekrar gerektiğini de unutmayalım öğrenmek zor olmasa gerek... Sizde hayatınıza yeni bir başlangıç yapabilir bu uygulamayı yavaş yavaş hayatınıza dahil edebilirsiniz. Artık güç sizde...OSHO ne diyor ?Tek cesaret hayatı bütünüyle yaşamaktır; başka bir cesaret yok. Ölmek çok basit ve kolaydır. Gidip bir uçurumdan atlayabilirsin, bu çok kolay bir şeydir. Kendini feda etme. Sen kendin için buradasın, başka hiç kimse için değil. O zaman yaşa. Ve bütün bir özgürlük içinde, çok yoğun bir biçimde yaşa ki her an sonsuzluğa dönüşsün.”

8 Aralık 2019 Pazar

MERHABALAR ...





Ben Yasemin. Dünyada yaşayan milyarlarca insandan sadece biriyim. Yaşamımı bir şehrin küçük bir mahallesinde idame ettirmekteyim. İçimde tutamadığım, yazma tutkum beni bu sayfayı açmaya zorladı. Hissettiğim boşluk duygusunu bu sayfanın gidereceği konusunda kuvvetli bir inanca sahibim

 Blog adımın neden "Ruh-u Revan" olduğunu merak ediyor olabilirsiniz. Bunun için önce ruh-u revan nedir, ne demektir ondan bahsetmemin yerinde olacağını zannediyorum.
Osmanlıca bir kelimedir kendisi, kelime anlamı "Ruhun zuhuru, ruhun ferahlığı, ruhun akışı." demektir. Daha çok sevgiliye bir latife olarak söylenirmiş aslında "Ruh-u revanım (ruhumun zuruhu,ferahlığı)" ne naif..
Şimdi işin özüne dönecek olursam bu blogu neden açmaya karar verdim, neden bu başlığı uygun gördüm?
 Kelimelerin iyileştirici gücüne gerçekten inanan bir insanım ve yazmanın insanın iç alemini, soyut olan alemi somutlandırdığına dair inancım yüksek. Ben de burada nacizane size iç dünyamı açmak, açtıkça iyileşmek ,iyileşmeye ihtiyacı olana ışık olmak niyetindeyim. Ruhun da yanan meşaleler sana bir şeyler anlatıyor .Okuduğun yazılar bu meşaleleri tek tek yakarak ruhunun ferahlamasına yardımcı olacak, sorguladığın konuları birlikte inceleyeceğiz. 
Hayatın özünde bir çok olay ve konu vardır bunlar birbirleriyle de bağlantılıdır. Bu bağlantıları birlikte gözlemlemeye,sorgulama,anlamlandırmaya,kendi hayatından örnekler ve parçalar bulmaya var mısın ? Blogumdaki yazıların birçoğunda umarım kendinden parçalar bulup yerine oturtamadığın taşları oturtma fırsatı bulabilirsin. 
Herkese hoş geldiniz diyor iyi okumalar diliyorum.