19 Aralık 2020 Cumartesi

KELİME OYUNU -3

 Merhabalarrr değerli okurlarım... 

Bu hafta kelime oyunu etkinliğine katılışımın ikinci haftası. Bir önceki yazıma gelen olumlu eleştiriler beni daha çok motive etti. Bakalım bu haftaki  nasıl olacak. Etkinlik kelimelerini sevgili KENDİ DÜNYASINDA seçti. Çook heyecanlıyım bu haftaki kelimeler de yine enfesto. O zaman sizi hikayemle baş başa bırakıyorum.

Kötüler  En Başta Kaybedendir

Zambaklar diyarında gözleri zümrüt yeşili, saçları ipekten yumuşak, dişleri inciden daha parlak olan Prenses Almeda adında güzeller güzeli bir kız hayata gülümsüyormuş. Annesi küçük yaşta vefat edince babası ,Almeda'ya hem dadılık hem annelik yapması için Almeda'nın teyzesiyle evlenmiş. Dul olan teyzesi de kendi çocuklarına iyi bir gelecek sunmak için Kral Artur ile nikah masasına oturmuş. Bir evin bir kızı olan Almeda artık kuzenleriyle kardeş olup aynı evi paylaşmak, sahip olduklarını yarılamak zorunda kalmış. Almeda'nın güzelliği kadar kalbinin güzelliği de dillere destan destanmış yalnız bir kusuru varmış o da insanlara çok çabuk güvenmesi ve bağlanması. Hayallerini süsleyen,  ona güzel hayatlar ve mutluluk dolu bir gelecek vaat eden kötü kalpli bir adama aşık olmuş. Adam onu türlü yalanlarla kandırıyor yeri geliyor mücevherlerini gasp ediyor yeri geliyor onu aldatıyormuş. Ancak aşk büyüsünden sarhoş Almeda bunların hiç birini görmüyor sarhoş bir biçimde o adamın hayalleriyle yaşıyormuş.


Almeda'nın üvey annesi yani teyzesi Almeda'nın bu adamla mutlu olamayacağını ve ondan ayrılmasının daha yerinde bir karar olacağını söylemiş. Almeda ise teyzesini ne kadar kırmak istemese de ayrılmayacağı ve onunla evleneceği konusunda diretmiş. Babası da biricik kızına kıyamayacağı için kızının isteğini kabul etmiş ve tek dileği o adamla evlenmek olan prensesin rüyası gerçek olmuş ve evlenmişler. 

Babası Almeda'dan ayrılmak istemediği için şatosuna kızını ve damadını da yerleştirmiş. Kalabalık bir aile olmuşlar günler mutlu mesut geçiyor kimse bu mutluluğun bozulmasını istemiyormuş. Kötü kalpli damat bir gün ağır bir hastalığa yakalanmış, doktorlar amansız bir hastalıkla boğuştuğunu  en fazla iki ay yaşayabileceği söylüyormuş. Bu duruma çok üzülen Almeda onun son isteklerini yerine getirmek için canını dişine katarak çabalıyormuş. Kocası ise tuttuğu yalancı doktorla zengin olma hayaline giderek yaklaşıyormuş. Lakin bu isteğini deli gibi tutunduğu ailesiyle birlikte gerçekleştirmek için can atıyormuş. Meğer ailesi Almeda'nın teyzesi sandığı kadın aslında kötü kalpli damadın annesi ve kardeşleriymiş. Teyzesi de başından beri bunları biliyor ne Kral Artur'a bir şey belli etmiyor ne de Almeda'ya haberci oluyormuş. İstedikleri şey Kral Artur ile biricik kızı Almeda'yı ortadan kaldırıp tüm mirasa sahip olup malların başına geçmekmiş.

Özgürlük düşkünü teyze ise kocasından tamamen kurtulup zenginlik içerisinde rahat bir yaşama adım atmak istiyormuş.

Bir gece damat kötüleşme numarası yapmış doktor ise  damadın ölüm haberini tüm şatoya duyurmuş fakat damadın tek isteği öldüğünden şatodakiler hariç kimsenin haberi olmamasıymış. Almeda bunu da kabul etmiş ve kötü kalpli damat ortadan kaybolmuş. Kötü kalpli teyze ise bir plan peşindeymiş. O da ölen oğlunun ölüm yemeğinde kocası ve kızını zehirleyip kahırlarından öldüklerini ispat etmekmiş. Bu zehir onları günden güne yataklara düşürecek ve ölümlerine şahit olacakmış. Ve beklenen olmuş günden güne sararıp solan Kral Artur ve Prenses Almeda bir gün vakitsiz ölmüşler....

İstedikleri gerçek olan aile sevinç naraları atarken, sefa içinde yaşama hayalleri kurarken bunların hepsini duyan ve Kral Artur'un ahiretlik sevgisini kazanan hizmetçi Flora bir gün şatoyu ateşe verip tüm çalışanları şatodan uzaklaştırmış. Kötü kalpli aile ise sonsuza kadar dönmemek üzere şatoyla birlikte kül olmuşlar.


Bu hikaye de böylece bitmiş. Kötü kalpliler yine muradına erememiş. İyilik her zaman kazanmış...

Umarım bu entrika dolu öykümü beğenmişsindir. Yorumlarını Lütfen belirt. Teşekkür ederim...



Bu arada DEPRESİF PATATES'İN YILBAŞI KİTAP ÇEKİLİŞİNİ DUYDUNUZ MU ? :) Linkini bırakıyorum.

https://depresifpatates.blogspot.com/2020/12/100-yayin-ozel-cekilis-otostopcunun.html

15 Aralık 2020 Salı

YENİ BİR BEN

Selaaam güzel okurum. Nasılsın umarım iyisindir?

Beni sorarsan ben çok iyiyim. Aslında bu yazıyı dün yazmaya niyetlenmiştim ancak bir türlü odaklanıp başına oturamadım bilgisayarımın. Bugüne nasipmiş. Neden dün ? Dün benim için özel bir gündü doğum günümdü. Aklımdan geçen bir kaç düşünce ve aldığım yeni kararlar oldu. Yılbaşından önce her sene böyle kararlar alır, liste yapar uygulayabildiğim kadarını uygulamaya çalışırım. Yani yeni yıla yeni yaşım da eşlik eder. Kafamdaki düşünce artık her sene bunu rabbim ömür verdikçe tekrarlamaya çalışacağım.



Evvet başlayalım o halde. 10 madde halinde bu seneden çıkardığım dersler ve uygulayabileceğim bazı maddeleri size de ilham olması açısından paylaşacağım. Bakalım beğenecek misin ? :)

Verdiğim kararlar hepimizin aslında hayatına uygulamak isteyip uygulayamadıkları olduğunu düşünüyorum. 

1- Güne erken başlamaya karar verdim. 
Bu karar aslında yıllardır uygulamaya çalıştığım mesleğim sebebiyle vardiyalı çalışmamdan dolayı hiç uygulayamadığım bir karar. Hazır şu an ara vermişken uygulamaya yavaş yavaş başladığım ve enerjiden tutun daha aktif bir gün yaşadığımı an be an fark ettim. Bahsettiğim zaman sabah namazı itibariyle güneş doğmadan önceki aralıkta uyanmak.

2- Daha çok şükretmem gerektiğine karar kıldım. Bu da bana uzun vadede daha mutlu bir yaşamın kapılarını açacağı anahtarı sundu diyebilirim. Ne zaman isyankar olsam hiçbir şey yolunda gitmedi velhasıl ne zaman sahip olduklarıma şükretsem hep daha fazlası bana geldi. O yüzden daha çok şükredeceğim günlerim olmasını diliyorum.

3- Daha hareketli bir hayata ayak basmak istiyorum. Önceden hareket halinde oluşum ve bazı sağlık sorunlarım nedeniyle hiç kilo sıkıntısı çekmedim. Ne zaman bu pandemi dolayısıyla hareket alanım kısıtlandı, kilo almaya ve kendimi beğenmemeye başladım. O yüzden günde mutlaka 20 dk hareket ve ya spor ihtiyaç olmaktan çok zorunluluğum haline geldi.

4- Gelişimin her yaşta olacağı inancım daha da katlandı ve durmadan gelişmek temel görevlerimden biri haline gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda çok güzel bir söz okumuştum sizinle de paylaşayım." Gelişmek acı vericidir. Yüzleşmek zordur. Hataları kabul etmek yürek ister. Bakış açısını değiştirmek ise cesaret ister. Fakat, sana en çok zarar verecek şey şu an bulunduğun yerde takılı kalmaktır. İlerle, durma..."

5- Sadeleşme adımlarımı arttırmaya karar verdim. Bu sene Minimalizm'i hayatıma uygulamak için girişimlerde bulunduğum bir sene oldu ve bunu arttırmanın yolunu arayacağım. Bu konuda daha sonra uzun konuşuruz lakin şunları söylesem yerinde olacak sanırım. Fazlalıkları ve eskimişleri biriktirme. Dağıt, dönüştür , yenile ya da at.

6- Tasarruflu olma kararım. Bu karar pandemiyle birlikte hepimize kendini hatırlattı sanırım. Para tasarrufu ise bunların başında geliyor. Kimimiz işsiz kaldık, kimimiz mesleğini yapamadık. İkincisi de bence su tasarrufu . Bu konuda mutlaka eğitim almamız gerektiğini düşünüyorum. Kaynaklarımıza sahip çıkalım. Bir gün hasret kalabilir ve ya bizden sonraki nesile kurak bir toprak mirası bırakabiliriz.

7- Sevdiklerimi daha sık aramaya karar verdim. Artık insan ölümleri avcı toplayıcı topluluklarda olduğu gibi hayvan saldırması ve ya açlıktan olmuyor. Çok daha tehlikeli boyutlarda her an insanlar ölebiliyor. Ölüm varken şu dünya da ya bir gün ona ulaşamazsam düşüncesi beni sevdiklerimi daha çok aramaya ve hatırlarını sormaya teşvik etti.

8- Temizlik ve düzeni erteleme hastalığımı sanırım yendim. Ne zaman biriktirsem o kadar çığ gibi büyüdü o yüzden erken müdahale her şeydir diyorum. Bu telefon içerik temizliği, e posta temizliği, ev temizliği her konu da böyle bence.

9- Daha sık yazmaya karar verdim. Yazdıkça psikolojik olarak iyi hissediyor hem kendimi iyileştiriyor hem de çevreme yararlı olabiliyorum düşüncesindeyim :)

10- Ve son olarak en önemli madde Kendime değer vermeye karar verdim. Hep başkalarını ön planda tutmayı seven ben artık kendime değer verecek  ve böylece ışık saçacağım. Bu karar bu sene verdiğim ve uygulamaya başladığım en önemli kararım oldu.


Söyleyeceklerim bu kadar sevgili arkadaşlarım. 
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Sizin de değişip ders aldığınız konular varsa yorumlara yazın bizler de feyz alalım. Sevgiyle kalın ...






12 Aralık 2020 Cumartesi

KELİME OYUNU - 2

 Merhabalar güzel okurum.. 

Sevgili Deeptone'un o hoş  öykülerinden sonra ben de kelime oyununa katılmaya karar verdim. Bu haftanın kelimelerini sevgili Kırmızı Ruh'tan alıyor ve öykümü sizlere sunmak istiyorum. Umarım beğenirsiniz. Biraz hüzünlü baştan söyleyeyim :( 

Angelina'nın Yalnız Günü

Her sabah kalkar kahvesini içer kırmızı terliklerini ayağına geçirir ve öğle saatlerine kadar pencereden dışarıyı seyrederdi Angelina. Kırmızı bir tutkuydu onun için, bu renge aşıktı ve tamamen onu yansıttığını düşünürdü. Bu gün o şık kırmızı elbisesini giydi, kırmızı rujunu sürdü, saçlarına fön çekip güzel bir kahvaltı hazırladı kendisine. Kendini mutlu etmeyi severdi, değerli olduğunu düşünürdü. Üniversitede çok fazla arkadaş edinmişti Angelina. Bu iş hayatında da devam etmişti ve onun sosyal hayat konusunda kimseye yetişemeyeceğini düşünürdü. Kitap kulübü sayesinde de güzel arkadaşlıkları olmuş, farklı ortamlarda bulunmuş, hayatında hiç yalnızlık çekmemişti. Bugün doğum günüydü Angelina'nın. Onca arkadaş, tanıdık onu bugün hatırlamamıştı. Viskisini kadehine doldurdu, sorguladı hayatı ve arkadaşlıklarını. Sahiden bu kadar zaman harcadığı, beraber gülüp eğlendiği, tartıştığı onca insan neredeydi nereye kaybolmuştu. Oysa bu onun en özel günü olmalıydı. Yeni tanıştığı İrlandalı arkadaşı iyi bir kızdı o mutlaka yanına gelir onu mutlu etmenin yolunu mutlaka bulurdu. Ama o da gelmedi...

Akşam oldu onu bir tek tanıdığı bile aramamıştı. Annesi aradı sevinçle telefonu açtı annesi halini hatırını sormuş fakat o bile bu özel günü hatırlamamıştı. Derin bir üzüntüyle kendini alkole kaptırdı Angelina. Koltukta uyuyakalmıştı  Bir rüya görmüştü. Rüyasında, Uçurumun kenarındaydı. Arkasında bir sürü insan vardı ve tanıdık simalardı bunlar. Üniversitede hoşlandığı çocuk, kız kardeşi, iş yerindeki yakın arkadaşı hepsi orada ve onu izliyor hiçbiri ona müdahale etmiyor, gülüyorlardı. O ise onlara kızgın bir şekilde tek ayağını havaya kaldırdı ve kendini boşluğa bıraktı. Tam o anda kan ter içinde, uykusundan sıçrayarak uyandı. Ağlamaya başladı. Saate baktı gece 3 olmuştu. Herkes derin uykusunda yatıyordu. Kalktı duş aldı, oturdu ve hayata insanlara küfürler savurdu. Küfür edince rahatladığını hissetti ve kendi kendine gülmeye başladı. Bütün bu insanlara anlam yüklemesi saçmalıktı, etrafında kimsecikler yoktu kendinden başka ve bir kez daha anladı ona kendinden başkası lazım değildi. İnsanlarla ilişkilerinde daha fedakar olmamaya karar verdi. Sadece o fedakarlığı kendine yapacaktı bundan sonra...

 


9 Aralık 2020 Çarşamba

HYYGE FELSEFESİ İLE TANIŞ






Herkese yeniden Merhabaaaa. Yeni gelen blog arkadaşlarıma da hoş geldiniz diyorum. Soğuk ve sıkıcı Ankara günlerinde sanırım sığınacak en iyi yollardan biri yazmak...

Bu yazımda çoğumuzun  kendine yaşam felsefesi olarak belirlediği ancak haberdar olmadığı bir terimden bahsetmek istiyor ve siz değerli okuyucularımla paylaşmaktan büyük zevk duyacağım tespitler yapmak istiyorum. Konu " Hyyge felsefesi ".

Nedir bu hoge, huge ? Okuyunca kulağa komik geliyor değil mi ? :) Bu kelimenin Türkçe'de herhangi bir karşılığı henüz bulunmuyor. Kim çıkardı peki bu kelimeyi bizim başımıza diyeceksiniz.                  İskandinav ülkeleri deyince aklımıza hemen o soğuk, boğucu, karlı ve karanlık ülkeler geliverir. Lakin ayrıca mutlu ve huzurlu insanlar da gelir. Peki bu iki durum birbirine sizce de tezat gelmiyor mu? çünkü gün ışığıyla psikolojimiz arasında ciddi bağlantı olduğunu biliriz ve karanlık bir hava gördüğümüzde hemen moraller sıfıra düşer, modumuz otomatik olarak pat düşer. Danimarka da bu İskandinav ülkelerden biri ancak Mutluluk Araştırma Enstitüsü denilen bir kurum mevcut. Duydunuz mu? bilmiyorum. Bu enstitü en mutlu ülkeyi Danimarka olarak belirlemiş. Evet o soğuk ve karanlık ülkeyi...



Danimarka halkı ayrıca  gelirlerinin yüzde altmışını gelir vergisi olarak ödemektedirler. Yani bakacak olursak pek de iç açıcı bir durumları bulunmuyor. Bunlara rağmen mutluluk iksirini bulmuşlar vallahi bravo. Lafı fazla uzattım farkındayım. İşte bu zorlu koşullara rağmen küçük şeylerle mutlu olabilme felsefesine "Hyyge" adını vermişlerdir.

Felsefenin 10 önemli metaforu var bunlardan kısa kısa bahsetmek istiyorum.




İlki "Atmosfer" uyumu: Doğal ışığın kıymetini bilmek ve elektrikten son derece az istifade etmeye dayanıyor. Doğal mumlar son derece önem kazanmış. Ayrıca gün ışığı efekti yaratmak için evlerinin dışında sarı ışık kullanımı son derece yaygın.

İkincisi hep bahsettiğim mindfullness, "anda kalmak" felsefesini Dan ırkı çözmüş arkadaşlar... Anda kal anı yaşa ve mutluluğunu seyret diyorum.

Üçüncüsü belki de en önemlisi "küçük keyifler" yaratmak: Bu bir sıcak çikolata olabilir, temiz bir evde oturmak, yünlü çoraplar giymek, doğayla başbaşa kalmak, kahveni alıp uzun uzadıya pencereden bakmak, kedi sevmek , çocuğunun gülüşünü izlemek ve bunun gibi daha nice güzel ve mucip şey onlar için keyif kaynağı olmuş.

Dördüncü metafor "eşitlik ": Ne yaparsak eşit biçimde yapmalıyız. Bir masa toplanacaksa herkese eşit biçimde görevler düşmeli. Bir şey yenecekse eşit paylaşılmalı. Bu madde de  beni cezbetmeyi başarmıştır.

Beşincisi  "minnettarlık ve şükür ": Sahip olduğumuz her şeye karşı müteşekkir olma durumu bu kavramı en güzel biçimde açıklıyor olmalı. Ve inanan insanlar için bizleri yaratana şükretmek de bizleri rahatlatıcı bir etkiye sahipmiş. Bence şükreden insanlar zaten mutsuz olmaz kiii...


Altıncımız ise "uyum yeteneği" : En sevmediğim insan tiplemelerinden olan ego sahibi insanlar gerçekten de hyygelik insanlar değillermiş. Kendini kanıtlama ihtiyacı olmadan etrafımızla uyum içinde yeşermek bizleri hyyge insan yapıyormuş.

Yedinci madde "rahatlık" :Gergin bir ortam , sıkı kıyafetlerden uzak ol  ve rahat ol dostum diyor.

Sekizinci "ateşkes" : Kavga ve gerginlik çıkabilecek siyaset, din gibi konuların hyyge felsefesinde yeri asla yok.



Dokuzuncu "birliktelik": Birlikte mutlu olma hali. Kedinle, kahvenle, dostunla birlikte mutluluk duymak.

Onuncu ve sonuncu ise "sığınak" : Hyyge felsefesinin büyüsüne kapılmak için güven duyduğun, tehlikeden korunduğunu bileceğin bir ortam yaratmak şart.


Evet hyyge felsefesini beraber sorguladık. Peki sen ne kadar hyygelik bir insansın yorumlarda mutlaka yaz :)  Fakat ben bu maddelere bir madde daha eklemek istiyorum o da sadelik. Gereksiz eşyalar, insanlar , kağıtlar bunlardan kurtulmak beni daha az gererdi ve huzurlu hissettirirdi sanırım. Bunu da Japon hyyge felsefesi diyebiliriz bence ne dersin? :) 


Okuduğun için Teşekkür ederim sağlıcakla kal...



                                                                            💗

2 Aralık 2020 Çarşamba

AŞI KARŞITLIĞI VE RİSKLER


 Her şeyin başı sağlık, her şeyin başı aşı ! 

Aşı nedir, ne işe yarar ? Kısaca bundan bahsederek giriş yapmak istiyorum. Aşı, hastalık yapma yeteneği yok edilmiş virüs ve bakterilerin ya da bakterilerin zehirli toksinlerin
den arındırılmış olarak elde edilen biyolojik maddelerdir. Hayvanlara veya insanlara uygulandığında bu zararlı patojenlerin vermiş olduğu kötü etkilerin oluşumunu engellerler. Mikrobik bir etkenle karşılaşıldığında mikrobun vücuda girmesine engel olarak hastalık oluşturmasını engellerler. Bildiğimiz tanımı bu olup ülkemizde ve dünyada sıkı takiplere tabi tutulmuş yegane biyolojik maddedir.  

Peki bizlere söz hakkı tanımadan devletlerin zorunlu uygulamaları arasında neden yer alıyor hiç düşündünüz mü ? Biz bir denek miyiz? Ya da bir şekilde kontrol altında  tutulmaya mı çalışıyoruz?        Son yıllarda DSÖ'nün tanımları arasına girmiş bir terim olan "Aşı tereddütü ya da aşı kararsızlığı (vaccine hesitancy)" olarak bilinen aşı hizmetinin yapılmasını reddetme,gecikme olarak tanımlanan bir kavram hayatımıza girdi. Ve ciddi bir rakam ki ülkelerin yüzde 90'nından fazlasında bu durum rapor edilmiştir. Bir çok bölgede K-K-K (kızamık,kabakulak,kızamıkçık) aşısı toplum bağışıklığı olan düzeyin altında seyretmiştir. Bu gibi tehtidler nedeniyle DSÖ 2019'da çözüme kavuşturmaya planladığı 10 küresel sorun listesinde aşı karşıtlığına da yer vermiştir.                                                   

Bahsettiğim gibi, sorunlardan birisi tam olarak da devletlerin bizleri yönlendirmesine izin vermeme düşüncemizden ileri geliyor. Tabi ülkelerin kendilerine göre de bazı sebepleri var. Bunlara verilecek örneklerin ilk başında İngiltere'de Edward Jenner'in  ilk aşı çalışmaları sırasında aşıya karşı çıkışta dini nedenler ilk sırada olmuştu. Velhasıl bu durumda zorunlu aşı uygulamaları ön plana çıkmış olup bu durum aşı karşıtlığını daha da arttırmıştır. Bir diğer örnek ABD'de 1870 yılında zorunlu çiçek aşısı uygulamaları sırasında kullanılan para cezaları, yoksullara uygulanan şiddet aşı karşıtlığını daha da arttırmıştır.20. yy da gelişen teknolojik gelişmeler, daha önce eradike edilmiş  hastalıkların olması olsa da aşı güvenirliğiyle ilgili tartışmalar devam etmiştir. Bunun yanı sıra "The Lancet" dergisinde bir gastroenterolog olan Wakefield'in KKK aşısıyla Otizm arasında bir ilişki olduğunu göstermeye çalışan 12 vakalık serisi toplumda kafa karışıklığına yol açmıştır. Öte yandan Türkiye'de durum nedir?sorgulayacak olursak Osmanlı dönemiyle başlayan Cumhuriyetle devam eden aşı uygulamalarının olduğu biliniyor. Günümüzde ise Sağlık Bakanlığınca belirlenen kuruluşlarda aşı takvimine göre ücretsiz olarak uygulanıyor. Ülkemizde 2018 yılıyla birlikte aşı karşıtlığı 23 bin aileyi bulmuş durumda. Geçen günlerde Yıldız Tilbe'nin de aşı karşıtlığını kelimeleriyle dile döktüğünü ve insanları bir sanatçı olarak ne denli etkilediğini okumuş olduk.



 

Giderek artan dünya nüfusu 8 milyarı bulmuş durumda. İspanyol gribinin çıktığı 100 yıl önce ise bu sayı 1 milyarlardaydı. Uçak gibi bir teknoloji o sıralarda var olmadığı halde milyonlara yayıldı. Günümüzde insanların dünyanın bir ucundan bir ucuna gitmesi çok daha kolay ve yayılımın ne denli çok olacağını tahmin edebilirsiniz. Eğer basit bir aşıyla insanlar hayatlarına devam edebilecek ve ölümden kurtulacak ise neden bu karşıtlık? Dünyada milyonlarca yoksul ülke, mülteciler ve bağışıklığı düşük insan varken neden kendi bağışıklığımıza güvenip onları riske atıyoruz? İnsan yaşamı bu kadar mı ucuz ? Basit bir gripten bizler ölmeyebiliriz ancak bulaşıcılık milyonlarca insanın ölümüne sebep olabilir. Burada düşünce yapımız kendimize göre değil bana göre topluma göre şekillenmeli. Aşı karşıtlığının olduğu ülkelerde mortalite bu kadar artmış durumdayken karşı çıkmak canilik değil de nedir ?

Toplumsal olarak bilinçli olmalı ve bulunan aşıları incelemeliyiz. Gerekirse insanlık için bu aşıların yapılmasına gönüllü olmalıyız. Bu dünyada yalnız biz yaşamıyoruz. Bakteri ve virüslerin yaşamasına ortam hazırlayan konak canlılarız. O halde çözümü olan ve gerçekten ciddi bir bağışıklık sağlayan aşıyı ve aşı karşıtlığını gözden geçirmeliyiz. Elimizi vicdanımıza götürelim ve düşünelim gerçekten bizler birer araç mıyız ?... 

Okuduğun için Teşekkürler. Daha iyi bir dünya için...                                 

19 Kasım 2020 Perşembe

ONLİNE EĞİTİM ÖRGÜN EĞİTİME TERCİH EDİLEBİLİR Mİ ?


"Bir yıl sonrasıysa düşündüğün, tohum ek. Ağaç dik, on yıI sonrasıysa tasarIadığın, Ama düşünüyorsan yüz yıl ötesini, halkı eğit o zaman… Bir kez tohum ekersen, bir kez ürün alırsın, Bir kez ağaç dikersen, on kez ürün alırsın, Yüz kez olur bu ürün, eğitirsen toplumu. Birisine bir balık versen, doyar bir defa; Balık tutmayı öğret, doysun ömür boyunca." Kuaz Tzu böyle anlatıyor eğitimin önemini. Eğitim bu derece bizler açısından yemek yemek kadar önemli ise her koşulda eğitime muhtaç oluşumuzdan bilgiye ulaşma arayışımız ilelebet sürecektir.


EĞİTİM NEDİR VE EĞİTİMİ NERELERDEN ALABİLİRİZ?




Eğitim, gözlerimizi dünyaya açtığımız zamandan itibaren başlayan ve ömür boyu süren bir yaşam biçimidir aslında. Doğduğumuz ilk anda vereceğimiz tepkilerin ölçüsü bile eğitim denen unsurla sağlanmıştır. Yaş aldığımızda ise öğrenecek şeylerimizin hala bitmemiş ve bitmeyecek olmasına şaşar dururuz. 6 yaş itibariyle okul sıralarına adım atarken eğitimin ikinci basamağı başlamış olur. Okullar bizlere bir öğretmenle eğitimin nasıl olduğunu gösterir. Peki bu eğitmen sanal bir ortamda bizleri eğitemez mi ?

Eğitim denilen şey şu an ki yaşadığımız dönemde bambaşka bir yapıya dönüşmüş vaziyette buna online eğitim diyorlar. Tarihçesine bakarsak aslında 1992 yılında açılan açık öğretim programları ilk örneklerindendi. Eskiler daha iyi hatırlar Öss'ye hazırlanmak için cd ler alır onları dinlerdik. Benim dönemim de liseye hazırlanmak için oluşturulmuş ücretli programlar mevcuttu. 2006 yılı itibari ile ise oluşturulan online eğitim siteleri bizleri eğitim tutkumuz sayesinde alıkoydu. Böylece eğitimin ucu bucağı olmadığı, her türlü ortamda sağlanabileceği açığa çıkmış oldu.

ÖRGÜN VE ONLİNE EĞİTİMİN FARKLARI NELERDİR?


+ Örgün eğitim için ihtiyaç duyulan şey bir eğitmen ve sınıf ortamıdır. Online eğitim için de bunların ikisi geçerlidir ancak bir farkla. Eğitmen yanımızda bulunmaz ve sınıf ortamı ise sanal bir mecradır.



+ Örgün eğitim için belirli bir zamanda orada mevcut ve hazır bir durumda olmamız gerekirken online eğitim kayıt altına alınabilir ve ne zaman müsait olunursa o durumda dinlenebilir.







+ Örgün eğitim de öğrenci profilini eğitmen görür ve onlarla daha iyi iletişim kurabilir. Online eğitimde ise bu durum değişkenlik gösterir kimi zaman kimlerin derse katıldığını eğitmen göremez.

+ Örgün eğitim de konsantrasyon kimi öğrenciler tarafından daha iyi sağlanırken online eğitim de sabit duramayan öğrenciler için ekstra bir zorluk görülebilir.

+ Örgün eğitim genelde genç ve işi olmayan insanlar tarafından tercih edilirken Online eğitim çalışan ve vakti olmayan insanlar tarafından tercih edilebilir.




ONLİNE EĞİTİMDE ANLAMA ORANI DÜŞÜK MÜDÜR ?









Sanılanın aksine aslında bu güne kadar yapılmış araştırmalar gösteriyor ki örgün ve online eğitim arasında anlama oranı bakımında pek bir fark görülmemiştir. Yine araştırmalar gösteriyor ki online eğitim de öğretmen ve öğrenciler arasında forumlar olsa da yeteri kadar etkileşim sağlanamadığı için uzaktan eğitim alan öğrenciler örgüne kıyasla daha mutsuz olmuşlar ve bu da bir bakıma öğrenme kalitelerini etkilemiştir. Aynı zamanda örgün eğitim de daha fazla konsantrasyon sağlandığı gözlenmiştir.

Siz bu konu hakkında ne fikirdesiniz merak ediyorum doğrusu. Fakat benim düşüncem şu yönde ki ileride şu an da olduğu gibi salgın hastalıklar ve nüfus fazlalıklarından dolayı online eğitime alışacağız ve anlama oranlarımızı yükseltecek uygulamalara girişeceğiz.

Şunu belirtmeliyim ki eğitim bizim vazgeçemediğimiz en önemli unsurdur. Yaşımız kaç olursa olsun öğrenmeye doymuyoruz. Kendimizi geliştirme tutkumuz bize bu yolda öncü olmayı başarmıştır. Eğitimin yolu ne olursa olsun bilgiye aç bir topluluk her türlü yolu dener. Mektup aracılığıyla bile eğitim denenmişken neden teknolojinin gelişmesinin olumlu etkilerinden olan online eğitim bizlere ışık tutmasın ? Pek tabi imkanlar elimizde ise geleneksel olan eğitimimize dönmeliyiz ve elimizden geldiğince bu yolu tercih etmeliyiz. Ancak eğitim almak için vakit yaratmak istiyorsak online eğitim tercih edilebilir bir seçenektir. Daha çok gelişeceğine de şüphem yoktur. Bence eğitimin yapılma yolundan ziyade anlama biçimlerimizi değiştirmeli ve değişime ayak uydurmalıyız.

Okuduğun için teşekkürler. Umarım aydınlanmışsındır. Hoşça kal...


3 Kasım 2020 Salı

EYVAH DEPREM OLUYOR !

 


Öncelikle uzun bir aradan sonra tekrar merhabalar...

Günlerdir bizleri etkisiyle saran, insan olduğumuzu bizlere tekrar hatırlatan ve ülkemizin gündemine oturmuş, derinden sarsıldığımız bir konudan bahsetmek istiyorum. Böyle bir girizgah yapmak  istemezdim ancak kendimde bilinçlenmek ve faydalı olabilmek adına bu yazıyı yazıyorum.              Evet malum konumuz depremler... Maalesef ki İzmir depremiyle çok sayıda canımızı yitirdik ve bu yıl daha fazla özellikli olmak üzere depremler Elazığ depremiyle birlikle yılın başından beri bizleri tehdit etmeye başladı. Korkutan olası İstanbul depremiyle birlikte de bizleri tehdit etmeye devam ediyor.



Deprem Vikipedi tanımına göre yer kabuğunda hiç beklenilmedik bir anda ortaya çıkan kırılmalar sonucu oluşan sismik dalgalanmalar ve bu dalgalanmaların yer kabuğunu sarması olayıdır. Tanımı gayet açık aslında ve bizim kendimize sormamız gereken soru depremler neden bizlerin hayatını bu denli etkiliyor ve korkutuyor? olacaktır. Görüldüğü üzere gayet doğal seyrinde meydana gelen bir doğa olayıdır. Bunun olmasını sağlayan bir güç ol der ve olur.                                                        Coğrafyamız itibariyle deprem kuşağında yer alıyoruz. Kuzey Anadolu Fay hattı, Doğu Anadolu Fay hattı ve Batı Anadolu Fay Hattı olmak üzere 3 büyük fay hattı üzerinde yer alıyoruz. Bu da demek oluyor ki deprem açısından oldukça riskliyiz ve büyük sarsıntılara hazırlıklı olmalıyız. Bir çok şehir aktif fay hattı üzerinde olup riskli gibi görülse de fay hatlarının geçmediği yerlerde etkilenebiliyor. Örneğin İzmir'de hissedilen sarsıntıya neden olan kırılma 70 kilometre uzağında gerçekleşmişti. Bu da demek oluyor ki ülkecek depremlere hazırlıklı olmalı, olası bir deprem anında ne yapacağımızı bilmeli ve gerekli önlemlerin alınmasını teşvik etmeliyiz.

Peki depremler bu kadar hayatımızdan olmayı başarabilmişken bizler neler yapabiliriz ve hayata tutunmayı başarabilir, depremin artık bir risk faktörü olmasını önleyebiliriz? Bu depremin bizleri kendimize getirebilmesi ve düşünmeye sevk edebilmesini diliyorum. Öncelikle yapı tekniği ve inşaat yönetmeliklerine uygun binalar inşa edilmesi gerekiyor. Tehlikeli bölgeler tespit edilip bu bölgelerin imara açılması önlenmeli. İnsan hayatını hiçe saymamak adına inşaatlarda dayanıklı malzemeler kullanılmalıdır. Binalara acil çıkış panelleri yapılmalıdır. Bunlar bu işlerle ilgilenenlere ve devlete düşen görevlerdir ve denetlenmesi şarttır. Elimizdeki konutların hali hazırdaki durumu ortadadır en kısa zamanda kentsel dönüşüm uygulanmalı ve yatırım yapılmalıdır. Tabi bizlere bazı sorumluluklar düşüyor. Eşyalarımızı,aklımıza ne geliyorsa sabit duruma getirmeliyiz.Gaz vanası ve elektrik sigortalarımızı otomatik hale getirmeliyiz. Afete hazırlık planları yapmalı ve en kısa sürede bir deprem çantası edinmeliyiz. Şimdi sırası mı demeyin ne zaman başımıza neyin geleceği belli değil...

Oldu ve deprem başımıza geldi neler yapmalıyız? birlikte göz atalım. Öncelikle önceden olası bir deprem sırasında nereye saklanmamız gerektiğini bilmeliyiz. Mutfak ve banyo güvenilirdir. Masaların altındaki ayak kısımları güvenilirdir. Hayat üçgeni oluşturabileceğimiz alanlar seçmeliyiz. Çök-Kapan-Tutun üçlüsünü unutmamalıyız. Sarsıntı durana kadar bu vaziyette beklemeliyiz. Merdiven, asansör, balkon gibi alanları kesinlikle tercih etmemeliyiz. Pencere ve cam alanlardan uzak durmalıyız. Peki oldu da enkaz altında kaldık bu durumda yapmamız gerekenlerse şunlar: Bu alanda enerjimizi kontrol edebilmemiz çok önemli hareket ve enerjimizi korumamız gerekiyor. Vurabiliyorsak ayağımızla veya ellerimizi kullanarak sesimizi duyurmaya çalışmalıyız. Sesimizi kullanabiliyorsak da sesimizle yardım istemeliyiz. Bekleme vaktinde iken aktif uyku ve dinlenme aşamasına geçmeli ve beklemeliyiz. Panik olup enerji kaybına neden olmamalıyız. En çok ölümler organ ezilmesine bağlı ödem gelişmesi nedeniyle su kaybı ve böbrek yetmezliğinden olmaktadır. Bu yüzden su kaybını önlemek adına su bulabiliyorsak aramalıyız. 

Depremler insanlara önemli ölçüde dersler vermektedir. Bu süreci yaşayanlar ve ailesini kaybedenler en çok acıyı çekenler şüphesiz ancak bizim manevi ruhumuz gereği Türk olarak acıya ortak olma duygularımız baskındır. Birbirimize destek olma adına her türlü yardımı ve desteği yaparız. Bu yaşananlar her birimizin başına gelebileceğini düşünüp hangi ideolojiyi, siyasi görüşü destekliyor ve hangi inanca sahip olursak olalım birlikten kuvvet doğar diyerek tek güç olmalı ve hayatlarımıza çekidüzen verip kimseyi yargılamadan ve hayatlarımız ne derece zor olduğunu düşünüp hoşgörülü olmalıyız. Bana göre acı tatlı ne yaşanırsa yaşansın insanlar tek yürek olduklarında ve empati yeteneklerini sergiledikleri ölçüde insanlar. İnsanız ve acı çekme bilincindeyiz lütfen saygımızı ve beraberliğimizi yitirmeyelim... Hepimize geçmiş olsun dileklerimle...